Ben ki Cihan Aktaş’ın hikaye kahramanlarını eşim dostum gibi severim; kırk yıl düşünsem Şirin gibi bir karakterle karşılaşacağımı ön göremezdim. Film / dizi senaryosu olur umuduyla mı yazıldı acaba bu kitap?
Neden Sevmedim?
Baş kahramanlar çok can sıkıcı, tatsız tuzsuz. En önemli neden bu.
Şirin’den bahsedeyim: Aileden zengin, pamuklara sarılarak büyütülmüş, hayalperest bir kadın. Ana-babası faili meçhul bir kaza/ cinayetle ölünce halası, Şirin’i korumak adına ismini değiştirip kendi evlatlığı gibi göstermiş. Bir eli yağda bir eli balda ama acayip korunaklı yetişen kız bir tür kimlik karmaşası içinde otuzuna yaklaşmış. Her tarakta bezi var, İsviçre’de Amerika’da okumuş; geçim derdi olmadığından hiçbir işe asılmamış. Çevreci gruplarla takılıyor vs. Ekmek elden su gölden.
Baş roldeki Faruk da farklı değil. Doğustan zengin. Şımarık. Hem muhafazakar hem kumarbaz hem alkolik. Karısını dizinin dibinde istiyor. Evlilikten beklentisi işten gelince evde bir geyşa bulmak. Bir kez evlenmiş, eşi ölmüş. Hiç iletişim kurmadığı ergen bir oğlu var. Büyümemiş, büyüyememiş, babası tarafından azarlanan, hor görülen , tonla parası olup da bu paranın keyfini süremeyen , bencil adamın teki.
Arka planda Şirin’in Mardin’de geçen mutlu çocukluğu ve can dostları var. Kürşat ve Naman. İsimler de böyle bir garip. Naman, Nursuna..Okurken yoruldum. Kürşat bu iki zengin karakterin tam zıddı. Kendini mimarlığa adamış, münzevi. Çocukluğundan beri Şirin’e saplantıyla bağlı.
Arka planda faili meçhuller, türban sorunu, yeşil sermayenin nasıl palazlandığı, bol bol mimari (yazar mimarlık mezunu) , sanat, çevre sorunları, işçilere yapılan haksız muamele gibi onlarca konu var. Kitap 600 sayfa!

Şirin ve Faruk Türk filmlerini aratmayacak bir şekilde karşılaşıp aşık oluyorlar. Faruk’un motivasyonu belli; eli yüzü düzgün, kendi seviyesine uygun (ikisinin de atı var mesela, çok iyi biniciler) , hem davetlerde gururla taşıyacağı hem evinden dışarı çıkmak için izin istemeyi kabul edecek kadar muhafazakar, eski eşinden olan oğlunun ondan nefret etmesi /babası tarafından sürekli ezilmesi/ kumar / içki / başka kadınlar gibi erkeksi (!) problemlerini halletmeye gönüllü bir kadın Şirin. Daha ne olsun !
Peki, Şirin’in motivasyonu ne? Son sayfaya kadar bunu anlamaya çalıştım. Faruk’un sahibi olduğu firmayı protesto etmek için toplandıklarında bunlara bir sinevizyon gösterisi izletiyorlar ve Şirin daha adamı görür görmez, onun ne kadar genç olduğunu, kafasındaki ahlaksız zengin tiplere ne kadar da benzemediğini görür görmez adama vuruluyor. Yok adamı bir yerden tanıyor gibiymiş de, adam ağaçlar-çiçekler, kuşlar hakkında çok bilgiliymiş de, Ağaçlar şiirini okumuş da..Böyle bir anda kendi içinde bir Faruk efsanesi yaratıyor. 14 yaşında ergen kızlar gibi Faruk’dan başkasını düşünmez oluyor. 350 sayfa boyunca (150. sayfalarda oluyor aşk meselesi) boyunca Şirin’in bitmez tükenmez iç hesaplaşmalarını, Faruk efendiyi hoş görme ve aklama çabalarını okuyoruz.
Bir ara Kürşat sahneye çıkıp Şirin’i etkileyecek gibi oluyorsa da tabi ki Faruk efendi buna izin vermiyor. Kürşat’ın etrafındaki beş kilometrelik alanı kıza yasaklıyor . Kız da sanki buna hak veriyor. Sürekli alttan alıyor, özür diliyor , aman Faruk kızmasın, aman Faruk üzülmesin diye yaptıklarını okurken isilik döktüm.

İşin tuhafı Cihan Hanım da sanki Faruk’u hoş görüyor; yazının alt metninde hep ”Yazık, zavallı adamcağız” okunuyor. Hikayelerinde, erkeklerden kaynaklanan hayal kırıklıklarını, mecburiyetleri ne güzel anlatırdı oysa. Roman işi ona göre değil belki de. Sanki bu kitabı başkası yazmış; o derece keyifsiz okudum.
Bu kadar aşık iki insan arasında olması gereken bedensel arzulara hiç değinilmemesini ayrıca yadırgadım. Özellikle Şirin tam bir iffet timsali, halacığı bu konuda kendisine yemin ettirmiş vs.
Finalinde ne oldu derseniz, hiçbir şey olmadı. Evlendiler, Şirin ağlamaya, Faruk hayatını yaşamaya devam etti. Saçma bir parti sahnesi ile – düğün de buradaydı sanırım- kitap bitti. Aklımda tek soru :
Yazık değil mi 600 sayfa okumak için harcadığım zamana?
En sevdiğim Cihan Aktaş öyküleri ile ilgili yazım için tık tık