Kadınlar Adası: Feminist Tarihi Roman ?? Kitap Yorumu

Kasım 16, 2021
249
Views

Deli gibi uykum var ama yatağa girdiğim an uyku kaybolup gidiyor. Dizüstü bilgisayarla giyinme odasının zemininde, bir sürü ıvır-zıvırın ortasında oturuyorum. Yeni bitirdiğim Kadınlar Adası unutulmamayı hak ediyor mu? Emin değilim ama bitirmek için heves duydum, sayfaları yutar gibi okudum; son zamanlarda pek yapamadığım bir şeydi bu. Etrafta abuk-subuk onlarca kitap geziniyor; sırf başlamışken bitireyim diye okuyorum. Beni heyecanlandıran kitaplara denk gelmek giderek zorlaşıyor..

Annem-teyzem-teyze kızım ve onun oğlu buradalar. Geçen haftayı da Max ile geçirdik. Kovid başladı başlayalı hepimizi saran o tuhaf haldeyiz; şaşkın, uykulu, gergin, meşgul, isteksiz.. Çok önemli bir şeyi kaybettik -adını tam olarak koyamıyorum- . Sanki bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. İçimde alttan alta ”Bunlar daha iyi günlerimiz” diyen o sesle yaşamakta zorlanıyorum. 100 gram kahvenin,1 litre benzinin ve 1 doların 10 lira olmasına ramak kaldı. Bunlar oluyor mu gerçekten yoksa kardeşimin dediği gibi ”İnanamaya inanamaya yaşıyoruz” noktasında mıyız? Şaşkın şaşkın bakarken menopoza doğru gidiyoruz.

Hal böyleyken kitapsever bir arkadaşımın çok beğendiğini söylediği Kadınlar Adası’nı iki-üç günde bitiriverdim. Grip benzeri bir haldeyim, baskın şikayetim öksürük , PCR temiz geldi neyse ki ama aldığım bir-iki ilaç beni alt üst etti. Gündüz birkaç saat uyuyunca gece hortladım ve kitabın dörtte üçünü okudum. Kapağı kapatmak için zorladım kendimi yoksa gayet akıcı gidiyordu.

31 yaşındaki yazar, İngiliz olarak yazılmış ama Kiran adı nereden, hangi milliyetten bulamadım.

Neleri Sevdim?

Farklı bir okuma oldu. 1600’lü yılların Norveç’inde (ya da Finlandiya) anakaraya uzak bir adada geçen hikayenin benzerine rastlamadığım bir kurgusu var. Yaklaşık 100 kadar insanın yaşadığı bu soğuk ada sanki dış dünyadan kopmuş, kendi kuralları ile yönetilen, okyanus ve hava durumuna bağlı bir yaşam süren ayrı bir gezegen gibi. Kralla, yöneticilerle işleri yok, limana yanaşan ticaret gemileri genellikle takas usulü bir şeyler alıp satıyor, basit bir yaşamları var ama bir kiliseleri var ve içlerinde bağnaz birkaç kişi bulunuyor. Ayrıca adanın ücra taraflarında yaşayan, benim şamanlara benzettiğim, Lapon denilen, kötü ruhları kovan, iyi ruhları çağıran mistik bir grup var ve kilise onları pek sevmiyor. Yine de imeceyle yaşamak neredeyse bir zorunluluk ; zaten az insan var, farklılıklar bir şekilde görmezden geliniyor.

Adada annesi, babası, erkek kardeşi ve onun Lapon eşi ile yaşayan Maren esas kızımız. 1600’lü yıllarda, buz gibi bir adada beslenmek, giyinmek, ateş yakmak gibi günlük işlerden başka bir şeye vakit de ihtiyaç da yok. Maren, Dag ile nişanlı, yakında evlenecekler, yengesinin bebeği olacak.

Bir gün sanki bir lanete uğramışlar gibi dakikalar içinde kopan bir fırtına o anda denizde olan adanın bütün erkeklerini öldürüyor ve sıradan hayatları altüst oluyor hem de olabilecek en korkunç şekilde. 40 erkeğin aynı anda ölmesi adada yaşayan Laponların büyüleri yüzünden mi oldu? Bu saçma soru hangi işsiz yetkilinin aklına geldi bilinmez ama adaya bir tür araştırmacı gönderiliyor; tabi ki kopkoyu bir Hristiyan, sürekli dua eden, kuş uçmaz kervan geçmez adaya giderken yatağını ısıtacak bir kadın olsun diye 18-19 yaşlarında bir kızcağızı da peşine takan bu Allah’ın belası adam kafayı cadı avıyla bozmuş ve sefaletten kurtulup mevki sahibi olabilmek için beylerin gözüne girmenin yolunu bulduğuna karar vermiş.

Adaya ayak bastıktan sonra kilise müdavimi sofuları sorgulayıp iki kadını cadılıkla suçlaması uzun sürmüyor zaten. Kadınların şüpheli davranışları da iyi şans için evlerinde heykelcikler bulundurmak, et keserken pantolon giymek, dobra dobra konuşmak, eğriye eğri doğruya doğru demek vs. Elle tutulur bir şey yok ama adam bu adaya sırf bu sebeple geldiği için gözünün üstünde kaşın var bahanesiyle birilerini suçlayacak.

Maren ve adamın karısı Ursa arasında başlayan yakınlaşmayı, hizmetçilerle büyümüş Ursa’nın ekmek pişirmeyi, yemek yapmayı öğrenmesini, yalnızlıklarını birbirleri ile giderirken yaşadıkları mutluluğu, felaketi engelleme çabasını, çaresizliklerini okumak üzücü ama tatmin ediciydi. Final de hakeza.

Kadınlar Adası Feminist Roman Mı?

Alakası yok. Bu yayınevlerinin saçma-sapan tanıtımlarına anlam veremiyorum. Tam tersine içlerinden ikisinin ölümüne sebep olanlar diğer kadınlar. Bağnazlığın, körü körüne inanmanın nasıl da berbat bir şey olduğunu bir kez daha anladım diyebilirim ama feminizmi çağrıştıran bir şey yok bu hikayede.

Benim için farklı bir okumaydı, yazarın dilini, sadeliğini, süssüz cümlelerini sevdim. Rastlarsanız bir göz atın derim.

Kategori:
Günlük · Kitap Yorumu · Roman

TÜM YORUMLAR

  • Hep denk gelip hiç almadığım kitaptı, şimdi merak ettim ama.

    Huriye Kasım 16, 2021 11:53 pm Yanıtla
  • Elif hanım, bir gün pişmanlıklarınızı yazabilir misiniz?
    Ben hep bizzat kendi elimle yaptığım fedakarlıklardan pişman oldum:

    mesela insanlara hediye almamaya yemin ettim neredeyse.

    Çoçuğumu, hiç bir sipiritüel grubun, oluşumun içine sokmamaya yemin ettim. Bu ülkede onlardan kaçabilmek çok zormuş: itaat ve biat sorgulamama…

    İnsanlara kendimi sevdirmeye çalışmak için ne çok uğraşmışım, yeni farkediyorum.

    Teşekkür ederim.

    Aliye Kasım 17, 2021 4:58 pm Yanıtla

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir