Bu neydi? Nasıl bir çileydi ya Rabbi? 600 sayfalık kitabı bir haftada okudum ama yarısından sonrasında sayfaları atladım, bazı bölümlerin başını okuyup geçtim; başka türlü imkanı yok bitmeyecekti. Hikayeyi de merak ettim ayrıca, o açıdan başarılıydı ama neden bilmiyorum okuma keyfi vermeyen, insanı yoran, bunaltan bir roman olmuş. Sevene rastladınız mı hiç? Bunu gerçekten merak ediyorum.
Beğeniriz beğenmeyiz orası bize kalmış ama Pamuk bence de büyük bir romancıdır. İlmek ilmek dokuyor karakterlerini, mekanları ve zamanları. Beni alıp 1901 yılındaki bir Osmanlı vilayetine götürebiliyor. Sırıtan hiçbir şey olmuyor, konuşmalar, dil, yeme-içme her şey için ne kadar titizlendiği belli.
Bu kitabı romandaki Osmanlı Prensesi Pakize sultanın torununun çocuğu anlatıyor. Bir araştırmacı -belki gazeteci emin değilim- olmuş ve Minger adındaki (hayali ) adada 100 küsur gün geçiren Sultan’ın ve o dönemdeki veba salgınının hikayesini yazıyor.
1901 yılında Osmanlı tahtında Abdülhamit oturuyor. Abisi Beşinci Murat’ı Çırağan Sarayı’na hapsetmiş, kendisine kumpas kurulur diye kimseyle görüştürmüyor. Pakize Sultan, Beşinci Murat’ın kızı ve gelinlik çağa gelince parlak bir doktor olan Nuri Bey’le evlenip türlü olaylar sonrasında kendini Minger Adasında buluyor.
Yanına muhafız olarak verilen Kamil, adanın valisi Sami Paşa, çeşitli ülkelerin konsolosları, şeyhler, adanın yarısını oluşturan Rumların ileri gelenleri, baş papaz derken romanda kalabalık bir nüfus var.
İnce ince hamlelerle hem vebayı hem birbirlerini idare etmeye uğraşan bunca insanın hikayesi elbette 600 sayfa tutuyor. Bir taraftan veba ve karantina, diğer taraftan güç-iktidar-aşk savaşları…Aynı anda Abdülhamit’in evhamları, korkuları, planları, ”kararsız kalarak ve herkesi oyalayarak zaman kazanma ” taktikleri, yıkılan Osmanlı, mahpus padişah ve ailesi, ada yaşamı, zindanlar, kaleye kapatılan veba şüphelileri.. Oku oku bitmiyor.
Sultan ve doktor kocası dışındaki neredeyse herkesin mutsuz olduğu ya da öldüğü romana başlamak için uygun bir zaman yok ama bu kitabı sahilde okumayı denemeyin. Kış kitabı olduğunu net olarak söyleyebilirim. BKM kitaptan yüklü bir sipariş verdiğimde hediye olarak gelmişti, aksi takdirde zaten alıp okumazdım.
Veba Geceleri’ni okurken araya bir Türk Polisiyesi sıkıştırdım; hem de yazarı kadın : Sevinç Yavuz. Seri katillerle özel olarak ilgilenen Sevinç Hanımın Çumra 1965 isimli romanını pek beğendim. İki eleştirim var; roman çok daha uzun olabilirdi. Merkezinde Çatalhöyük Kazıları olan bir hikaye için biraz kolaya kaçılmıştı. Grange’ın delice sevdiğim romanı Lontano’ya benzeyebilirdi konunun işlenişi. Gerçek bir hikayeymiş ama ne-ne kadar gerçek bilemiyoruz elbette. Google’da pek bir şey bulamadım.
İkinci eleştirim ise neredeyse bütün karakterlerin ”aşırı klişe” olması. Müthiş yakışıklı ve prensipli bir polis, onun müthiş akıllı, güzel ve zarif eşi, müthiş ukala kız çocuk, müthiş karizmatik arkeolog.. Final dışında hiç ters köşe yok .
Bunlara rağmen severek , merakla ve iştahla okudum. Çok daha uzun yazılsa tadı damakta yıllarca kalacak lezzetli bir polisiye olurmuş.
Isındığımız, karnımızın doyduğu, evden çıkabildiğimiz her güne şükrettiğimiz bu zor zamanlarda kitap alabildiğime de ayrıca şükrediyorum. Ne büyük lüks ama!