İlk kez gıyaben de olsa tanıdığım birinin yazdığı -hem de polisiye gerilim- okuyorum : Yakın bir arkadaşımın erkek kardeşi olan yazar Türkçe edebiyatta daha az tercih edilen bir türde yazmış ve oldukça iyi iş çıkarmış .
Benim için iyi polisiye anti depresandır. Okuma listemin başında yıllardır aynı iki kitap durur: Lontano ve Kongo’ya Ağıt. Başkomiserimiz Erwan sayesinde Kongo’nun balta girmemiş ormanlarında dolandım, ”sarmaşan, kadogo, minkondi” gibi yeni kelimeler öğrendim. Tutular ve Hutsiler diye iki ayrı halkın birbirini yıllardır bıkmadan katlettiğini, Birleşmiş Milletler’in iki gruba da silah sattığını , Paris’in zengin fahişelerinin nasıl ve nerelerde çalıştığını, iyi bir polis olmanın dünyanın neresinde olursa olsun ekiple bağlantılı olduğunu 1000 sayfadan daha fazla süren onlarca hikayeyle hatmettim. Başladığım zaman -kaçıncı başlayışım olursa olsun – elimden bırakamadım. Olan bitenle baş edemediğim, depresif veya kaygılı ruh hallerimin kıskacında sıkışıp kaldığım nice zamanda andan kopmak ve zamanı çabuk geçirmek için polisiye romanlara sarıldım. Özetle, iyi polisiyeye bayılırım:)
OXI’de hikayenin başını çok sevdim: Sivas’ın bir köyünde yaşayan mutlu, kendi halinde bir aileyle; anne, baba, Cenk ismindeki küçük oğlan ve kangal cinsi bir köpek olan Kayıp’la tanıştık. Karlar altındaki bir köyde, sıcak soba başındaydık ve içimizi ısınmıştı fakat Kayıp’ın doğum sahnesinde birden tam tersi yöne savrulduk.
Bir sonraki bölümde yetişkin Cenk’le karşılaştık; sürekli kullandığı bir sprey ve ”sarılmak” la ilgili bir takıntısı var, ameliyattan, paradan, kayıp bir anneden bahsediliyor ama neler olduğunu anlayamıyoruz . Buralarda çok meraklandım; Grange tadında, oldukça gizemli ve az rastlanır türden bir kurgu ile karşılaştığımı hissettim.
Polis tarafında Ragıp karakterine epeyce çalışılmış. Daha 20. sayfada baş komiser Ragıp’ın hikayeye girişindeki ustalığa bayıldım. Tipik bir ”Anti-kahraman” olarak içe dönük, zeki, tecrübeli ve elbette mutsuz olan Ragıp hemen sempatimi kazandı.
Eski polis Selim’in meyhanesi gibi ayrıntıları ben çok seviyorum. Romana elle tutulur, gözle görülür bir his; bir tür ”Gerçeklik” katıyorlar. Tıpkı Behzat Ç’deki Hüseyin’in lokantası gibi. Sanki paralel bir dünyada o insanlar yaşıyormuş gibi geliyor . Aynı şekilde otizmli torun, boşanmış kız evlat, ölmüş eş için akıldan geçen ”Nazende sevgilim” şarkısı gibi pek çok güzel noktayı keyifle okudum.
Ragıp ve ekibi bir seri katil vakası ile karşı karşıya. Üstelik cinayetler CSI serilerini aratmayacak kadar profesyonelce işlenmiş, cesetler streç filme sarılıp suya bırakılmış, vücutlarına yazılar yazılmış. (Türk mitolojisinden bazı kelimeler -ki hepsini ilk kez duydum- kullanılmış olması ne güzel bir detaydı).
Neler Farklı Olsun İsterdim?
Esra karakterinin kurguya katkısını anlamadım. Oluşturulan erotik fonun amacı neydi? Ancak fantazilerde olabilecek sahneler, Esra’nın Cenk’le muhabbeti, gözler bağlı yapılan tuhaf şeyler; olmasa da olurdu.
Bir noktadan sonra hikaye çok karmaşıklaştı. Cenk’in annesinin ortaya çıkışı, annenin bakıcısı, bakıcının kocası, Sivas’taki insanlar, 1999’dan birkaç sayfa, 2019’dan birkaç olay, ormanda yaşanan kaçma kovalamaca sahneleri, Cenk’in gözlerini açtığı kulübede karşısına çıkan esrarengiz adam ve onun Yeşilçam tadındaki hikayesi gibi sonsuz detaylarda boğuldum, ipin ucunu kaçırdım. Kim kimdir, neden buraya geldik sorularını sormayı bıraktım 🙂
Sosyal medyada bulduğum @tulinaykitap olan biteni pek güzel özetlemiş 🙂
Maalesef finali de sevemedim. Sanırım bu kadar arapsaçına dönen bir kurguyu başka bir şekilde çözmesi mümkün değildi. Keşke farklı bir çözüm bulunsaydı. (Koskoca Grange’ın bile ne berbat sonlar yazdığını düşününce Ahmet Bey’e hak vermedim değil)
Umarım yazar sonraki romanlarda da aynı polisleri kullanarak yazmaya devam eder. Seri olarak yazılan öykülere bayılıyorum.
Türk polisiyesine yeni bir soluk getiren yazarla ve OXI ile tanıştığıma memnunum. Dram ve bel altı mevzularını bir türlü aşamayan edebiyatımız için sevindirici bir gelişme olmuş. Gönül rahatlığıyla tavsiye ediyorum .
Yazarla yapılmış kısa bir söyleşi için tık tık