Kurtlarla Koşan Kadınlar’da bir türlü hızlanamayınca araya bir kaç kitap alayım dedim. Bodrum’da kendi çabasıyla sahaflık yapmaya çalışan bir beyefendiyle kitap takası yaptık. Epeyce ayıkladım olmayan kütüphanemi. Tekrar okurum demediklerimi Reşat Nuri’nin iki eseri ve Limonlu Pastanın Sıradışı Hüznü ile değiştirdim. Bir şey, muhtemelen ismi, beni çekti.
Hikaye oldukça ilginç başladı. Rose 9. yaş günü için annesinin özene bezene yaptığı limonlu pastadan bir parça ısırdığında bir anda annesinin tüm duygularını da tadıyor ve dehşete düşüyor çünkü oldukça normal bir aile gibi görünseler de pastadan yükselen ses, sarıl bana, çok yalnızım diyor. Rose ilk başta olanlara anlam veremiyor ve uzun aylar boyunca bunun geçici bir şey olduğunu düşünüyor daha doğrusu umuyor fakat yeteneği giderek keskinleşiyor. Zamanla yediği bir sandviçteki marulun nereden geldiği, toplayan işçinin ruh hali, yemek içindeki tüm ürünlerin organik olup olmadığı gibi onlarca ayrıntıyı seçebiliyor ve bunu 20 yaşına kadar anne-babası ile paylaşmıyor.
İlginç, orjinal bir çıkış noktası. Merakla okudum fakat Rose’un abisinde de bir tuhaflık var. Çocuk hep yalnız, arkadaşı yok, sevgilisi yok. Odasından çıkmıyor, sürekli uzay-galaksiler vb şeylerle uğraşıyor. Başvurduğu 3 üniversiteden de red alınca , oğlunu hep özel biri, bir yol gösterici, neredeyse bir peygamber kabul eden anne tarafından kendisine küçük bir daire tutuluyor. Annenin tek şartı her gün aynı saatte telefon edilmesi.
Yıllar böyle geçiyor. Bu arada yine annesinin yaptığı bir yemekten kadının kocasını aldattığını anlıyor Rose. Sesini çıkaramıyor. Kanada’ya bir iş seyahatine gittiğinde anne eve telefon ediyor ve Rose’a oğluna ulaşamadığını, bir gidip kontrol etmesini söylüyor.
Rose, abisi Joseph’in evine gittiğinde genç adamı normal bir şekilde bilgisayar karşısında otururken buluyor. Halinde, tavrında bir tuhaflık var. Bir an önce çıkıp gitmesini istiyor kardeşinden ama bir şey kızı durduruyor. Dikkatle etrafı incelerken çocuğun oturduğu sandalyenin bacaklarının , pantolonunun içinden geçtiğini ve ayakkabılarının içinde kaybolduğunu fark ediyor (!!!!)
Bundan sonra kitabı ayrı bir merakla okudum, bu tuhaf durumun açıklamasını çok merak ettim fakat kitap bittiğinde hala anlamamıştım, çok da gıcık oldum bu duruma. İşin tuhaf tarafı , kız bu durumu fark ettiği zaman, telefon edip yardım istemek için koridora çıkıyor ve döndüğünde abisi gitmiş oluyor. Sırra kadem basıyor, kayboluyor koca adam.
Tabi ki anne yıkılıyor. Dağılıyor. Kız, ailesini bırakamıyor, evden ayrılmıyor (Amerika’da bu oldukça tuhaf karşılanan bir durum). Farklı işlere giriyor , çıkıyor. Yeteneğini kullanmak hiç aklına gelmiyor. Derken bir gün harika yemekler yapan, mutlu bir aşçının çalıştığı şirin bir kafe keşfediyor ve bulaşıkçı olarak orada çalışmaya başlıyor.
Evin babası bir gece yas içinde otururken, Rose yanına sokuluyor ve aile albümlerine bakıyorlar. Babasının bebeklik resimlerinde yüzünde maske olan bir adam yok muymuş? Adam Rose’un dedesi değil miymiş? İnsanların kokusunu aldığı için maske takmıyor muymuş? Yani kızcağızın bu yeteneği, dedesinden gelmiyor muymuş??
Bu sayede belki de yeteneğini biraz normalleştiren Rose, bulaşıkçılık yaptığı kafede, öğle tatilinde yemek tadımı yapmak istediğini söylüyor ve baş döndürücü ayrıntılarla herkesi şok ediyor. O sırada orada bulunan, ne iş yaptığını hala çözemediğim bir kadın ona iş teklif ediyor vs..
Kitap böylece bitiyor. Aslında ,gayet zengin-renkli bir hikaye olabilecekken özellikle karanlıkta kalan, merakta bırakan noktaları ile beni geren bir kitap oldu. Ben pek sevemedim ama yine de bir şansı hak ediyor mu bilemedim..