Hyunam- Dong Kitabevi, kulübümüzün haziran kitabıydı. Kapağının tatlılığını çok sevdim ve tıpkı kapağı gibi sıcak, yumuşak ve iyimser bir ruh hali ile okudum. Bazı sayfalarda -kahve ile ilgili detaylar vb- sıkılıp birkaç paragraf atladım fakat genel olarak ”İz bırakmasa da okurken iyi hissettiren kitaplar” kategorisine koyuyorum.
Konusu şöyle: Youngju – isimler bizim için çok yabancı- beyaz yakalı bir çalışanken tükenmenin eşiğine gelir ve pek de düşünmeden bir kitabevi açar. Günler geçtikçe bu işin sandığı kadar kolay olmadığını, kitapları çok seviyor olmanın dükkanını ayakta tutmaya yetmeyeceğini anlar. Bir yılın ardından sosyal medyanın katkısıyla işler açılır fakat Joungju hem kitap için gelenlerle ilgilenip hem kahve siparişi almakta zorlanınca barista aramaya başlar.
Minjun da iyi eğitimli, kariyer basamaklarını hızla tırmanacağını düşünen bir beyaz yakalı adayıdır ancak işler hiç tahmin ettiği gibi gitmez ve kahve yapmak için kitabevine başvurur.
Sayfalar ilerledikçe öyküye yeni kişiler eklenir: Bunalımlı lise öğrencisi Minchul ve annesi, kahve satan firmanın sahibi Jimi, söyleşiye gelen yazarlar, baristanın arkadaşı Sungchul, meditasyon ve örgü ile ilgilenen Jungseo ve blogger Seungwoo. Bu insanlarla ilgili detaylar da eklendikçe, ortaya 280 sayfa boyunca hiç sıkılmadan rahatça okunan bir kitap çıkmış.
Youngju’nun çabaları, kendi iç hesaplaşmaları, hiçbiri bize tanıdık olmasa da -Çavdar Tarlasında Çocuklar hariç- kitaplardan yaptığı alıntılar, Instagram’ı kullanma şekli, diğerleriyle sohbetleri beni öykünün içine çekti ve ”inşallah mutlu son olur” diye umut ettim.

Yazar Hwang Bo-reum aslında bir yazılım mühendisiymiş.
Kitabın sonunda yazar romanı yazma sürecinden de bahsediyor ve bir yerde diyor ki:
”Bir alan yaratmak ve o alanda sakin, kısa anlarla dalgalanan bir günün resmini çizmek istiyordum. Başlangıcında beklenti, sonundaysa memnuniyet olan bir gün. Bizi büyüten şeylerin olduğu, büyümekten doğan umudun yeşerdiği, güzel insanlarla yapılan anlamlı konuşmaların çiçek açtığı bir gün. Hepsinden önemlisi bedenimizim keyif yapabildiği ve zihnimizin de olan biteni kabullendiği bir gün. Böyle bir günün ve böyle günler geçiren insanların resmini çizmek istedim. ” s.284
Yazar, amacına ulaşmış ve pek çok okuyucu kitabın sıcak bir teselliyi andırdığını söylemiş – kendi ifadesi- .
Uzak Doğu toplumları bizlere benziyor. Katı gelenekler ve günümüzün yaşam tarzı arasında sıkışıp kalmış durumdalar. Eğitimin sınıf atlamaya yarayacağını, mutluluk getireceğini zannediyorlar ve okul başarısını çok önemsiyorlar. Baristalık yapan Minjun’un sözleri ne kadar tanıdık değil mi?
” Ben lisedeyken annem hep ‘İlk düğmeyi iyi iliklersen geri kalan düğmeler kendiliğinden kolayca iliklenir. İyi bir üniversiteye girmek, ilk düğmeyi iyi iliklemektir’ derdi. O yüzden iyi bir üniversite kazandığımda içim çok rahatlamıştı. Gerisi de kolayca gelecek zannetmiştim. Dikecek düğme yaratmak için ölümüne uğraştığım sırada gözden kaçırdığım çok önemli bir şey olduğunu fark ettim: Gömleğimin bir tarafında kaliteli düğmeler alt alta dizilmiş ama diğer tarafında hiç ilik yok. ” s.54
Bu benzerlikler beni bazen rahatsız etti: Aynaya baktım ve gördüklerimi beğenmedim. Nedir bu Asya kıtasındaki arızalı ruh halleri? Önceki Uzak Doğu edebiyatı okumalarımda da aynı hisse kapılmıştım. (Uzak Doğu Edebiyatı etiketine toplayacağım hepsini)
Bazı alıntıları iliştireyim:
” Daha önce, bir amaç gütmeksizin belirli bir şeye bu kadar zaman ayırmadığını düşündü ve büyük bir lükse sahip olduğunu hissetti: Vaktini istediği gibi kullanabilme lüksü. Zamanını ağır ağır geçirerek kendi karakterini ve zevklerini öğrendi. Minjun yavaş yavaş anlamıştı; bir şeye ilgi göstermeye başlayınca nihayetinde kendi içimize bakmaya başlıyorduk.” s.64
” Seungwoo, beş yıl sevdiği bir işte beş yıl da sevmediği bir işte çalışmıştı. Hangi hayat daha iyiydi? Doğrusu, ikinciyi tercih ederdi. Sevmediği işi yaparken boşluğa düşmüş, o histen kurtulmak için kendini Koreceye vermiş ve buralara kadar gelmişti. Hayat, tek bir olayı ele alarak değerlendirilemeyecek kadar karmaşık ve kapsamlıydı.” s.215
” Hayatım boyunca tüm gücümü ortaya koyarak elde ettiğim başarı fikri güzeldi ama bir ömrün son anı uğruna tüm yaşamımızı ipotek etmekten farksız değildi. Böyle düşününce tüm hayatımı tek bir başarıya adamanın son derece beyhude olacağını hissettim. Dolayısıyla artık mutluluğun değil, mutluluk hissiyatının peşinde giderek yaşamaya karar verdim.” s.187
Metinde adı geçen bazı filmler :

Kamome Lokantası

Little Forest
Yormayan, yaza yakışacak bir kitap arıyorsanız tavsiye ederim .