” Tilde ve ben neşeli bir şekilde kahvaltı yaptık; sanki bir gün evvel ölümcül bir hastalığa yakalanmış olmanın korkusuyla bir kliniğe gidip bize kesin sonuçları verecek bir tahlil yaptırmış, endişeyle beklerken bedenlerimizin son derece sağlıklı olduğunu öğrenmiş ve sevinç içinde yeniden hayata dönmüştük. ” s.96
Ah bu cümleler! Nasıl da güzel anlatmış değil mi o neşeyi? Edebiyat benim için bu demek; her gün yaşadığımız ama adını koyamadığımız, tarif edemediğimiz nice duyguyu basit ama etkili bir cümleyle ifade edebilmek ve okuyanın ” Aaaaa, gerçekten de, tam olarak bu işte!” demesi.
Bağlar ile kalbimde yer etmiş Domenico abimizin yeni kitabını hemen aldım. Bağlar hala ilk sırada. Şaka ikinci, Sır ise sonuncu. Kurgu bana biraz zayıf geldi. Daha güçlü bir final belki bir ters köşe bekledim ama olmadı. İçine en az girebildiğim hikaye bu kitaptaydı. Yine de iyi bir okumaydı. Bitirip bir köşeye atılacak kitaplar değil bunlar ; her okumada yeni bir lezzet alınacak metinler.
Romanın konusu kısaca şöyle:
Kahramanlarımız Teresa ve Pietro inişli çıkışlı ilişkilerinin bir gaflet anında birbirlerine hiç kimsenin bilmediği, öğrenilirse hayatlarının mahvolacağını düşündükleri bir sır veriyorlar. Bu sayede hiç ayrılmayacaklarını düşünseler de elbette ayrılıyorlar ve Pietro yeniden aşık olup evleniyor. Teresa ise Amerika’ya gidiyor.
Sonraki yıllarda Pietro’nun peşpeşe çocukları oluyor. Taşraya taşınıyor ve kariyerinde beklemediği bir çıkış yakalıyor. Eşinin başlangıçta akademik hırsları olsa da çocuklarla ve kaprisli bir profesörle mücadele edemeyip hırsını bir kenara bırakıyor ve kocasının azimli destekçisi olarak yaşamayı kabulleniyor.
Pietro beklenmedik ününün tadını çıkarıyor ama Teresa’ya verdiği sırrın bir gün başına iş açacağı kaygısından kurtulamıyor ve kızla mektuplaşmaya başlıyor. Amacı kızın böyle bir niyeti var mı yok mu anlamak aslında. Teresa da bunu fark ediyor ve ruh haline göre bazen ılımlı bazen sinir bozucu cevaplar yazıyor.
Aradan yıllar geçiyor . Çocuklar büyüyor, Pietro’nun evliliği inişli çıkışlı yılların ardından monoton bir hal alıyor . Bütün kaygılar yatışmış gibi görünürken Teresa Roma’da bir konferansa davet ediliyor. Belki de bu konuşmanın bir noktasında, ne yapacağı asla ön görülmeyen bu kadın Pietro’yu ele verecek.
Sonunda ne oluyor peki? Bana sürpriz oldu, umarım size de olur 🙂 Öneriyorum, okuyun ve okutun.
‘ Baban bir mıknatısa benzer. Seni farkına bile varmadan kendine çeker. O andan itibaren hep yanında olmak istersin ama o seni diğer bin kişiyle aynı yerde tutar. ” s.141”
”Altı çocuğun ilki benim, ailem yoksuldu. Babam elektrikçi annem ev hanımıydı. Yetersiz kabiliyetlerimin sıkıntısı; ilkokuldan üniversite mezuniyetine kadar kendimi asla yeterli hissetmedim. Rollerin bozulmaya uğramış olmasının sıkıntısı, derin bir bilgiye sahip olmadan öğretmenlik yapıyorum; düzgün bir bedene sahip olmanın sıkıntısı, güzellik suçluluk barındıran bir avantaj sağlıyor, kolaylıkların en adaletsiz olanı; kendini kelimelerin içine gizlemeyi öğrenmiş şiddetin sıkıntısı. ” s.165‘
‘ Bu ülkenin hiç değişmeyen nakaratı işte: Benim suçum değil! Hiçbir şey yapılması gerektiği gibi yapılmıyor ve ben de elinde kamçısıyla tapınaktan tacirleri kovan İsa gibi hissediyorum kendimi.” s.138
” Yüzü karardı; keyfi kaçınca bedenini taşıyamayan, taç yapraklarını salan bir çiçeğe benzerdi. ” s.142
Bu kitap hakkında yazdığım yazı için tık tık
Bu kitap hakkında yazdığım yazı için tık tık
” Gerçekten de salon ağzına kadar doluydu, orada bulunmaktan ve onun gibi bir kadının yanımda olmasından öylesine memnundum ki sonunda feodal sistemde serf olan bütün atalarımın ve babamın hayallerindeki insan olmuştum; nihayet kendimden hoşnuttum, iki kitap yazmıştım; oldukça kültürlü insanların evlerini, işlerini bırakıp gelmelerini ve aslında sıkıcı bir konu hakkında en azından bir saatliğine tartışmaya katılmalarını sağlayacak kadar fikirlerine saygı duyulan bir yazardım artık. ” s.80
‘