Bodrum’da yaşıyorsanız denize doğru baktığınızda bir sürü ada görürsünüz. Kos, Kalimnos ve Leros direkt feribot olan, 1 saat gibi kısa bir sürede ulaşabileceğiniz 3 ada. İlla ki bir gidip görmek lazım der herkes. Sabah Türkiye’ de, öğleden önce Avrupa’da oluyor, akşama da dönmüş oluyorsunuz, fena değil di mi?
Yeşil pasaportlarımızı almanın verdiği gazla dün sabah yola düştük. Google’da çocukla seyahat konusunda pek bir şey bulamadım. En iyisi kendi deneyimimi kazanmak diyerek pek kurcalamadan sabah sekiz buçukta, Bodrum kalesine sırtınızı verdiğinizde sol tarafa doğru 5 dakikalık mesafedeki limana yürüdük.
”Çocukla kesinlikle gitmeyin” diyerek sonda yazacağımı başta yazayım çünkü:
1. Önce bilet kuyruğu. 0-6 yaş arası bebek kabul ediliyor ve 10 tl. Gidiş dönüş dördümüz 142 lira ödedik. 15’er lira da çıkış harcı verdik (Sadece yetişkinler).
2. Feribot aşağıda görüldüğü gibi. Çay-kahve atıştırmalık bulunuyor. Çocukların koşturabileceği kadar aralık koltuklar . İstanbul vapurları gibi üst katlara çıkabiliyorsunuz. Bol bol indik çıktık tabi ki. Merdivenler oldukça dik, 7-8 yaş altını yalnız bırakmak imkansız. Yalnız ben böyle güzel mavi bir deniz görmedim. Suyun rengi harikaydı.
3.Kos’a indiğimizde herkesin koşarak gişelere gitmesi bizi biraz huylandırdı. Meğer sahiden Avrupa’ya geçmişiz. Feribottan inen yüzlerce kişi tek bir memurun olduğu vize gişesine akın etti. Şükür ki uyanık bir teyze yeşil pasaportum var diye öne geçti, biz de onu takip ettik. Görevliye sormaya çalıştım ama İngilizce anlamıyordu. O da garip geldi. Yeşil pasaport varsa doğrudan Avrupalı ziyaretçilerle birlikte ayrılıp vize kuyruğundakilere acıyarak bakabilirsiniz.
Dönüşte yine pasaport kontrolü için kuyruğa giriyorsunuz. Herkes yorulmuş, sıcaklamış oluyor, bebekler ağlıyor vs. En az üç -dört saatiniz yolda geçiyor sonuç olarak.
4. Gemiden inince epey uzun (Yaklaşık 1 km) yolu yürüyerek gidiyorsunuz. Çocuklar bebek arabası için kavga etti. Kucak istedi. Açık bir-iki kafenin olduğu alana varana kadar pilimiz bitmişti bile.
5. Görecek-gezecek fazla bir yer yok. Kafanızda bir rota çizmediyseniz (Biz hiç çizmeyiz ve kendimizi akışa bırakırız) öylece kalıyorsunuz.
6. Ucuz değil. Aşağıdaki resimdeki pizza 12 euro, tabaktaki kahvaltı 6 euro. Bodrum’la aynı fiyatlar. İçki ucuz diyorlar, bizim de içki ile işimiz yok.
Kahvaltı yaptığımız kafeden görünen meydan |
Eren’in ağzındaki babasının telefonu |
Yaklaşık bir saat kafede oturduk. Hemen karşımızda, resimde de görünen araç kiralama şirketi vardı ve biz çocuklarla ne yapacağımızı bilmez şekilde etrafa bakıyorduk. Eren bebek arabasını gezdiriyor, sağa sola çarpıyordu. Yanıma toz mama almıştım. Onu hazırladım, karnı doydu. Emre yemediği kadar peyniri pizza sayesinde yedi. ”Hadi dedim eşime, bir araç kiralayalım”. Sadece 4 saatimiz vardı ama çocukla başka türlü olmayacağını anlamıştık. Günlük kiralama bedeli 25 euro olunca görünen turuncu station aracı kiraladık. Bebek arabası, 2 adet tıka basa dolu sırt çantası ve bilumum ıvır zıvırı doldurduk. Yol iz bilmeden attık kendimizi Kos içine. Kiralama şirketindeki yaşlı bir bey Zia isimli bir köyden bahsetmiş. Oraya gitsek mi gitmesek mi derken önce bir sahile uğradık. Sezon henüz başlamamış, her yer bomboştu.
Yol üzerindeki Zia tabelasını görmeseydik ve bu şirin köye gitmeseydik , doğrusu son derece gereksiz bir gezi olacaktı fakat bu sevimli köy neşemizi yerine getirdi. Aşağıdaki resimlerin hepsi Zia’ya ait.
Taverna Oremedon |
Burada yedik-içtik. Fiyatlar Bodrum gibi. Yunan kahvesi istedim, bildiğin Türk kahvesi geldi.
Taverna Oremedon isimli restoranın alt katında bu harika seramik dükkanını gezmeden edemedim. Çok tatlı, genç bir bayan satış yapıyordu ve ürünlerin hepsini kendisi yapmış. 10-30 euro arasında değişen fiyatlara şahane hediyelikler vardı.
Ekim sonunda Şirince’ye gitmiştik. Ucuz Çin malları ile dolu dükkanlardan, bir nefes alacak yer bırakmamış sıkışık kafe-restoranlardan içim daralmıştı. Zia o kadar farklı geldi ki bana. Betonlaşma yok denecek kadar az bir kere. Yeşil bol. Orjinal doku çok iyi korunmuş. Masadaki vazolar bile belli ki orada üretilmiş, kendine has. Beyaz-mavi uyumuna bayıldım. Lüks olacağız, müşteri kazıklayacağız diye her şeye gereksiz bir süs eklenmemiş. Çok beğendim çok. Çocuksuz gidip saatlerce yayılmak isteyebileceğim bir yer oldu.
Taverna Oremedon’un terasında ve bir çok evin önünde böyle minyatür kiliseler var. İçinde mum yakıyor olmalılar akşamları. Garsona sordum. Uğur getiriyor, kazadan koruyor gibi şeyler söyledi.
Bu harika restorandan çıkınca, dar bir yokuştan, tepede görünen kiliseye doğru yürüdük. Yolda çok şirin, bizim Gümüşlük Limon’a benzeyen ama çok daha otantik bir kafeye bebek arabamızı bıraktık. Kilisenin yanında nefis manzaralı bir restoranda fotoğraflar çektirdik.
Yunan esnafını gayet sıcakkanlı ve yardımsever buldum. Yemeden içmeden oturduk, kalktık bir-iki yerde.
Kilisedeki mumlar elbette dikkatimizi çekti |
Dönüş feribotu 16:30’da idi. Dört gibi arabayı teslim etmeye geldik. Bir de baktık ki dükkanın kapısı ardına kadar açık, kimsecikler yok. Adam ”Anahtarları üstünde bırakın, gidin ” demiş eşime sabahtan. Eşim pek inanmamış ama sahiden de anahtarı bıraktı ve ayrıldık ordan. Böyle de bir rahatlık gördük esnafta.
Koştura koştura gemiye gittik. Pek beklemeden kuyruktan geçip dönüş yoluna başladık. Asıl sürpriz Bodrum’daki pasaport kontrol noktasında idi, bir yığın insan, bir evin salonu kadar bir yer, 2 memur. Sıcaktan, kalabalıktan, beklemekten, çocuklara milyon kez ”yapma” demekten başımıza ağrılar girmiş olarak kendimizi eve zor attık. Elbette eve ulaşır ulaşmaz ağrı kesici aldık.
Yemek, banyo gibi ev içindeki mücadelelerin sonunda dokuzda çocuklar, onda biz bayıldık.
Sonuç: Küçük çocukla gidilecek yer değil 🙂