Bir aralar Sevgili Günlük / Önüm Arkam Kitap olarak iki ayrı blog yazmayı denemiştim. Bu yazıya başlık koyarken ”önüm arkam” yazınca o günler aklıma geldi. Epey direndim ama olmadı; meğer beni yazmaya heveslendiren günlük tarzında yazmakmış. Sonunda Ayın Aydınlık Yüzü’ne geri döndüm. (O süreci şöyle bir yazı ile özetlemiştim.)
İki ayrı kitap kulübünde olunca hiç duymadığım, sosyal medyada bile rastlamadığım kitaplar okur oldum. Biraz da hızlı olmam gerekiyor ve ne okuduğumu kısa sürede unutuyorum. Böyle peş peşe karışık okumalar yaptığım zamanlarda hep olduğu gibi ”hazımsızlık” çekiyorum ve bir türlü metinlere yoğunlaşamıyorum. Sayfaları üstünkörü geçtikçe yazara haksızlık ediyormuşum gibi geliyor. Örneğin, online kulüpte bu ay Kaplanın Karısı’nı okuduk. Yugoslav yazar Tea Obrecht’in ilk romanıymış ve Orange Ödülü‘nü kazanmış. (Bu ödül sadece kadın yazarlara veriliyormuş ve edebiyat dünyasında epey prestijli bir ödülmüş. Goodreads’de ödüllü kitapların listesi var. ) Çok hevesli başladım , aynı hızla da soğudum. Savaş romanı okuyacağım sanırken bir dede-torun hikayesi okudum. Dede, her hafta sonu torununu hayvanat bahçesinde yaşayan bir kaplanı ziyarete götürüyor. Tamam dedim, olabilir. Hepimizde ne takıntılar var. O korkunç Bosna savaşı bitmiş, Yugoslavya darmadağın. Torun büyümüş, doktor olmuş. Hikaye gelgitlere ilerliyor. Çocukluğa dönüyoruz, günümüze geri geliyoruz. Baba figürünün hiç olmadığı bu öyküde anlatıcımız Natalia’nın bütün hayatını dedesi şekillendirmiş gibi görünüyor fakat benim için hikaye bir türlü ilerlemedi. Dedenin çocukluğundaki kaplan, o kaplanın bir şekilde ilişki kurduğu sağır-dilsiz kadın, ölmez adam efsanesi, bir taraftan günümüz dertleri derken ”Ay bayılıcam” noktasına geldim. Yine de tekrar okusam mı diye düşünüyorum çünkü yavaşça-telaşsız okusam hoşuma gidecek yerler vardı 🙂

Dedenin doğduğu kasaba bombalanmadan bir gün önce oranın en güzel restoranında, yaşlı bir garsonun özenli servisi eşliğinde yarın yok olacağını bildiği manzaraya bakarak yemek yemesi… Of of, o nasıl bir sahneydi.

6 ekim akşamı çevirmenle birlikte online söyleşi yapacaktık. İptal oldu maalesef.
Online kulübün gelecek ayki kitabı Nostalji; yazarı Romanya’lı. Sonraki ay Kolima Öyküleri, bir sonraki de Yengeç Konserveleme Gemisi.

Ben bu fiyatlara alışamıyorum :(( Ayda yılda bir kitap alsam belki ama her ay birkaç kitap alan insanlarız biz…

Rodos’ta başladım ama Malma İstasyonu galip geldi. İrlanda Defteri’ne devam edeceğim. Meltem hocamızın askerleriyiz; ne yazsa okuruz. Bu arada Ulysess okuma zamanım gelmiş olabilir mi?

Tatar Çölü de biz kitap kurtlarının her daim listesinde. Başladım, iyi de gidiyordu ama araya diğer kitaplar girdi. Güzelim yemeği kenarından 3 kaşık alıp murdar etmişim gibi geliyor böyle daldan dala atlayınca.
Polisiyenin kralı Grange’ımızın Güneşsiz serisinin ilk 2 kitabını Müşo’ya hediye aldım ve bitsin diye yolda izde okudum. AIDS’in ilk keşfedildiği yıllarda başlayan hikaye klişelerle dolu ama olmuş bu sefer. Beğendim.
Bu da bizim eylül kitabımız. 10 adet terapi seansını anlatıyor. Irvin Yalom’a özenmiş ama pek olmamış bence. Bakalım neler konuşacağız?
Olive serisi ile gönlümü fetheden -HBO’daki dizisi de harika- Elizabeth Strout ‘dan beklentim çok büyüktü. Bir kere kapak ne kadar yorucu ve başarısız. Romanın adı bile belli değil. Hikaye aslında çok çarpıcı; çocukken istismara uğramış bir kadın teşhis edilemeyen bir hastalık sebebiyle uzun süre hastanede yatıyor. Pat diye annesi çıkageliyor ve 5 gece onunla kalıyor. Lucy’nin annesi ile ilişkisini merakla okudum. Bizim kadın yazarlar, pek bayıldıklerı ”Travma edebiyatı” layıkıyla nasıl yapılırmış görseler keşke. Metin adeta tütüyor, usul usul yanıyor. Yazar çok çok iyi. ”Anlatma göster” işinde çok başarılı ama bana öyle geldi ki yayına yetişsin diye kısa kesmiş bu şahane olabilecek romanı. Yazı fontları şaşırtıcı derecede büyük ayrıca.
Edebiyat çevreleri Dan Usta’nın tuğla kalınlığındaki yeni romanı ile çalkalanıyor. Henüz satın almadım çünkü 950 lira! İmge’de okudum ilk 20 sayfayı. Karizmatik profesörümüz bu sefer Prag’da, lüks mü lüks bir suit odada, yanında fıstık gibi bir başka hatunla uyanıyor ve diyor ki ” Günaydın güzellik”. Tüh Allah cezanı versin 🙂 Koskoca simge bilim profesörünün iltifatına bak. Alıcaz okuycaz elbette.

Sırların Sırrı’nın ciltli baskısı moda dünyasının ikonlarından Loubutin ayakkabılar kadar havalı olmamış mı?
Gene İmge’de karıştırdığım kitaplardan biri. Yeni bir şey söylemiyor ama şu nokta hoşuma gitti: Diyelim ki bir hedefimiz var. Bu hedefi gerçekten biliyor muyuz? Yapılabilir mi? Ölçülebilir mi? Mesela eşle-çocukla daha yakın ve sıcak bir ilişki hedef olsun. Peki, bunun için yapılabilir olan şeylerden biri nedir? Diyelim ki haftada bir saati sadece birbirimize ayırmak. Hangi saati? Ne yaparak? İkinize de uygun saat var mı? Bu bir saatin bana iyi geldiğini nasıl anlayacağım? Hayal dünyasında gezinip kendimizi kandırmaktansa ayaklarımızın yere basması belki de esas ihtiyacımızdır.
Yalom ne güzel yazıyor. Pek seviyorum. İstifçi olan bir hastası ile yıllar sonra karşılaştığı hikayede diyor ki ” Terapistin yapması gereken tek şey danışan için güvenli ve sıcak bir alan yaratmak çünkü yardım bizim hiç tahmin etmediğimiz yerlerden geliyor.” Bravo.
Yağmurlar başladığına göre daha çok okuyacağız 🙂 Daha çok yazacağız 🙂
İyi ki geldin sonbahar.