Kurtlara Söyle Eve Döndüm

Haziran 30, 2016
243
Views
Renk kartelası bu aralar gündemimizdeki en önemli konu.

Takip ettiğim blogger’lardan Lord’un yazısı sayesinde bu kitapla tanıştım. Bir süredir fark ettiğim bir şey var; hem iyi hem kötü bir şey. Dünyada çok fazla kitap var ve ben bunların hepsini okuyamam. Dolayısıyla benimle aynı frekansta olduğunu düşündüğüm kişilerin beğendiği kitapları satın alıyorum sadece. Yeni yazarlar keşfetmek altın bulmak gibi bir şey zaten bir edebiyat sever için.

İsmine bakarak daha karmaşık, daha ”yetişkin” , biraz Dan Brown tarzı bir kitap zannetmiştim. Yarısına kadar sanki bir liseli kızın anıları ve kimlik bunalımını okuyormuşum gibi hissettiysem de sonradan oldukça sevdim bu kitabı.

Asosyallik, eş cinsellik, aile, abla-kardeş  ilişkisi, aşk , ergen endişeleri üzerine bir roman Kurtlara Söyle Eve Döndüm.

June 14 yaşında, ablası Greta 16. Muhasebeci olan anne-babaları ile New York banliyölerinden birinde yaşıyorlar. Sene 1987. AIDS henüz tam anlaşılmamış, tedavisi bulunmamış bir hastalık. Tam anlamıyla bir tabu.

June’un dayısı Finn eşcinsel ve AIDS’in son evresinde. Finn şu ”rüya gey” lerden. Bir ressam, tabloları yüzbin dolarlara satılıyor, çok şık bir dairede yaşıyor, yemek, sinema, müzik ; her şeyden anlıyor. June’un vaftiz babası ve onu kızı gibi benimsemiş. Birlikte çok güzel vakit geçiriyorlar. June’a sürekli yeni ve eğlenceli şeyler gösteriyor. Ortak tutkuları Rönesans devri ve orta çağ. Bu sayede kendilerine ,herkesi dışarıda bıraktıkları bir koza örmüşler ve June bu durumdan çok memnun. O yaşlarda pek çok genç kız gibi en yakınındaki erkeğe -akrabası bile olsa- aşık olduğunu hissediyor. Dayısı da bu durumun farkında aslında ama çok önemsemiyor. Ablası Greta ise , bir zamanlar en iyi oyun arkadaşı olan küçük kız kardeşinin kendisini terk ettiğini düşünüyor, belli etmese de çok üzgün ve kızgın.

June içine kapanık ve kendi halinde bir kız. Okullarının biraz ilerisinde bir orman var. En sevdiği şey orta çağa uygun kıyafetler (dayısının hediye ettiği çizmeler gibi) ile ormana dalıp kendini başka bir zamanda yaşıyormuş gibi hayal etmek ve oyunlar oynamak.

Finn öldüğünde June yıkılıyor. Cenazeden bir süre sonra esrarengiz biri June’a telefon ediyor ve konuşmaya çalışıyor. Sonradan bu tuhaf sesin Finn’in dokuz yıldır birlikte olduğu ve aynı evde yaşadığı erkek arkadaşı Toby’ye ait olduğunu anlıyor kız. Toby, June ile görüşmek istiyor. Kız , Toby’ yi delice kıskanıyor, dayısı ile paylaştıkları şeylerin çokluğunu düşündükçe çılgına dönüyor ama Toby bir şekilde aklını çeliyor ve ikisi düzenli olarak buluşmaya, Finn’le ilgili anılarını paylaşmaya başlıyorlar.Ailenin bu durumdan kesinlikle haberinin olmaması gerek çünkü onlar dayıya hastalık bulaştıranın Toby olduğundan eminler ve onu katil olarak kabul ediyorlar.

Roman güzel bir kurgu ile usul usul akıyor. Sıkılmadan, düşünerek okudum. Çok beğendiğim bir kaç cümleyi yazayım:

”Yalnızca dünyanın en mutsuz insanları sonsuza dek yaşamayı ister çünkü hayatları boyunca istedikleri hiç bir şeyi yapamadıklarını düşünürler.” 

İnsanların neden sürekli yapmayı istemedikleri işleri yaptıklarını merak ediyordum gerçekten. Hayat giderek daralan bir tünel gibiydi. İnsan ilk doğduğunda tünel kocaman oluyordu. Doğduğun anda yarı yarıya küçülüyordu tünel. Erkek doğduysan anne olamayacağın kesinleşmiş oluyordu ve bir manikürcü ya da ana okulu öğretmeni olman da pek muhtemel değildi. Sonra büyümeye başlıyordun ve yaptığın her şey bu tüneli biraz daha daraltıyordu.”

 Kitapta geçen ve not aldığım iki film ,bir kitap, bir de müzik parçası var:


Gülün Adı (film)
Amadeus (film)
Requiem (Mozart bestesi)
Uğultulu Tepeler (Kitap)

Yaz havasına uygun, yormayan, ince ince düşündüren güzel bir kitap Kurtlara Söyle Eve Döndüm. Bilginize.

Kategori:
Kitap Yorumu

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir