Uzunca bir süre önce Ayşe Arman’ın köşesinde okumuştum bu kitabı. Çok ilginç gelmişti yazarın kendini ve kitabını anlatması. Sahici bulmuştum. Ayşe soruyor: Kendini nasıl hissediyorsun? Cevap:
Tam bir lohusa gibi hissediyorum. Bugün senle röportaja beyaz bir gecelik, kafamda kırmızı bir kurdele ve kundakta sarılı bir kitapla gelmeyi düşünüyordum. “İşte doğdu sonunda” demeyi ve koltuğa uzanıp uzun bir süre kalkmamayı. Çok yoruldum. Çünkü… Kitap kısmı hadi neyse ama o film, filmin bitmesi, bakanlık belgesi, jeneriği derken tükendim ama gerçek doğum bu işte! Ertesi gün ayağa kalkıyorsun… Taptaze yeni bir gün…
Ta o zamandan (4 yıl önce) aklımda kalmış demek ki. Yegane komşumun kitaplığında görünce ”Aaaa Corpus ” nidasıyla atladım hemen.
Corpus, Latince gövde demek. Kitapta bir çok bölüm var. Her biri, bir gövde parçasının ismini taşıyor. Omuz, dirsek, kalça, boyun vb. Başka da bir ilginçlik yok.Tam tersine oldukça klişe ve acıklı. (Kitabın sonunu film yapıp arka kapağa iliştirmişler ama seyredemedim evde bilgisayar olmadığı için. Belki o da şaşırtıcı olabilirdi.) Hande hanımın tüm hayatı yasak aşk ve vicdan azabı içeren filmler izleyerek geçmiş duygusu var bende.
—————————SPOİLER—————————————————————————
Leyla İngiltere’de yaşayan bir Türk göçmenin kızıdır. İrlandalı annesi kendisini bırakıp gitmiş, babası bir süre sonra şefkatli ve anaç bir kadın olan Zuhal’le evlenmiştir, Zuhal başka çocuk doğurmamış ve Leyla’yı öz kızı gibi sevgi ve bilgelikle büyütmüştür.
Leyla, sevgi ve özgürlük dolu bir yuvada ,tabiatında var olan neşe ve coşkunun da katkısı ile prensesler gibi bir yaşam sürmekte, mütemadiyen aşık olmakta, güzel bir genç kız olarak müzik, kitap, sinema dolu pespembe bir hayat sürmektedir.
Eee, bu kadar mutluluk da fazla canım! Değil mi ki babası ve annesi ortadoğulu, kızımıza o coğrafyanın uğursuzluğu bulaşmadan olur mu?
Aupair olarak İngiltere’ye gelen Özgecan felaketin ilk sinyalini verir. Leyla ile tez vakitte kan kardeşi olur, Türkiye’ye döndükten sonra da azimle yazışmaya devam ederler. Özgecan tipik bir az gelişmiş ülke kadını olarak, gazeteci olmasına rağmen , yıllar önce bekaretini teslim ettiği bir psikopata takılıp kalmıştır.
Bir süre sonra gelen misafir ise Efe isminde genç bir delikanlıdır. Zuhal’in eski arkadaşlarından birinin oğludur ve bir araba kazası sonrası derin depresyona girdiği için hava değişimi olsun bahanesiyle İngiltere’ye gelmiştir.. Sessiz, hayata küskün genç adama Leylalar çok iyi gelir.
Efe memlekete döndükten sonra bir şekilde Özgecan’la buluşur ve bu iki ”mutluluğa düşmanlık genine” sahip kişi Leyla’nın başına çorap örmekte güçlerini birleştirir. ”Neden İstanbul’da okumuyorsunnn? Ama biz seni çok özlüyoruzzz” diyip zavallı kızın aklına fitneyi sokarlar.
Leyla sahip olduğu Türk genlerinden olacak biraz melodrama yatkındır ve atlar gelir. Minik bir çatı katı tutulur, güzel bir üniversitede sanat tarihi okumaya başlar. İstanbul’un tadını çıkartacak sanırız ama hiç olur mu? Depresyonu ile baş etmek için illa bir kadının kanını emmeye yeminli neredeyse her Türk erkeği gibi, Efe, kıza ilan-ı aşk eder. Leyla biraz şaşkınlık, biraz boşluk, çokça acıma duygusu ile kabul eder ve oğlan hemen düğün planları, çocukların isimleri gibi konulara dalar.
Efe’nin babası Yaman bir restoran-bar işletmektedir ve maddi destek olsun diye .tam bir müzik hastası olan Leyla’ya, geceleri dj olarak çalışmasını teklif eder. Kız bu teklife bayılır. Kendisi de inanılmaz bir müzik arşivine sahip Yaman’la aralarında şarkılar, cd’ler, sesler ve notalardan bir yakınlık oluşmaya başlaması uzun sürmez. Birbirlerine yeni keşfettikleri sanatçıları anlatırlar vs derken Yaman da kıza aşık olur!
Sonrası çile bülbülüm çile. Aslında Leyla, Efe’nin tavırlarından çoktan sıkılmıştır fakat bunu ona söyleyememekte, salak Efe habire çiçekler, ayıcıklarla kızın kapısında bitmekte, Yaman sessizce acı çekmektedir. Ne bileyim, kız atlasa İngiltere’ye dönse veya Efe’den ayrılsa sorun kalmayacak ama olmaz tabi. İlla acının kitabını yazacağız. Bakın, neler olur:
Özgecan’ın psikopat sevgilisi Gökhan organ mafyası hesabına çalışmaktadır. Özgecan bunu keşfeder ve cevval bir gazeteci olarak adamların peşine düşer. Onlar da gözdağı olsun diye Leyla’yı kaçırır ve böbreğini çalarlar. Hastanede uyanan Leyla’nın diğer böbreğinde de iltihap oluşmuştur ve ömür boyu diyaliz hastası olma yolundadır. Yetmezmiş gibi hamiledir -Elbette Yaman’dan-, Efe bebeği kendinden sanmaktadır ve onca insan içinde böbrek nakline uygun tek doku tabi ki Yaman’ındır.
Bu kadarla da kalmaz. Kitap Çağan Irmak filmleri gibi insanı ağlama komasına sokmadan bitmemeye niyetlidir ve nakil sonrası Yaman ölür. Efe bebeği kendinin sanarak evlenir ve acının içinden geçmiş olarak yaşamaya devam ederler.
————————————————————————————————————————-
Hikaye bu. Seversiniz sevmezsiniz size kalmış; ben dramın dibine vurulmasından hiç hazzetmedim. Fakat bir açıdan Hande Özcan’ı kendime benzettim. Çok şey okumuş, izlemiş ve dinlemiş ama bunları ağız tadı ile anlatamamış. Yazdığı kitaba içinde ne varsa dökmüş. Onlarca şarkı adı var , bazılarını çok merak ettim. Bir de The Piano filmini. Özellikle de filme Amerika için ayrı Avrupa için ayrı son çekilmiş olması ayrıntısını okuduktan sonra.
Denk gelirse bir göz atın diyorum efendim özetle. İyi okumalar..
|
‘Gerçek kabuslar hep masal gibi başlar
Herçek masallar ise hep kabus gibi biter” kitaptan bana kalan en güzel iki cümle oldu.
|