Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde babasının prensesi olan küçük bir kız yaşarmış. Kocaman, çok odalı, merdivenli bir evde hizmetçiler ve bakıcılarla mutlu bir hayat sürermiş. Evin etrafında bir sürü ağaç varmış, prenses dalından topladığı üzümler, elmalar, kirazlarla her gün kendine ziyafet çeker, kıpkırmızı yanakları, bembeyaz elbisesi ile şarkılar söyleyerek gezermiş.
Prensesin babası çok yakışıklı bir adammış. Yumuşacık kadife gibi bir sesi varmış. Küçük kızını her fırsatta kucağına alır, tatlı tatlı konuşur, hikayeler anlatır, şakalar yapar ve onu hep güldürürmüş. Geceleri ne zaman kötü bir rüya görse, karanlıktan korksa, annesi ona bağırsa, büyük çocuklar saçını çekse prenses babasının kollarına koşar, onun kucağında kozasında minik bir tırtıl gibi huzur bulurmuş.
Gel zaman git zaman prenses önce genç bir kız, sonra da kocaman bir kadın olmuş. Baba beklenmedik bir zamanda ölmüş ve küçük kızın kalbinde hiç durmayan incecik bir kanama başlamış. Mutluluğun tanımı olan adam ve kucağı artık yokmuş. O kucak, yumuşak ses ve kahkahalar olmadan nasıl yaşarmış?
Umutsuzca, babasına benzeyen bir adam aramaya başlamış ama unuttuğu bir şey varmış; beş yaşının saflığı ve masumluğu ile yaşanabilirmiş o katıksız mutluluk hali. Prens sanıp öptüğü ilk adamın kurbağa çıkmasından sonra umudunu hemen kaybetmiş fakat o kozayı özlemekten vazgeçememiş.
Bir gün prensini bulacağı ve o prensin tıpatıp babasına benzeyeceği yanılgısı ile yaşarken , babasından bir iz görmediği hiç kimseye yüz vermemiş. Yıllar çabucak geçmiş ve küçük kız orta yaşlı bir kadın olmuş. Prensten ümidini kesmek üzereyken hayat ona bir sürpriz yapmış ve karşısına babası gibi boylu poslu, kadife sesli bir adam çıkarmış. Kadının içindeki koza tırtılı canlanmış, şöyle bir gerinmiş, belki de kelebek olma zamanı gelmişmiş. Tüm ruhunu vererek kendini adamın ellerine bırakmış. Adam bu durumdan pek hoşlanmış başlarda, güzel sözlerle, bakışlarla, yolculuklarla okşamış prensesin soğumuş bedenini.
Adamın masalı başkaymış ama. Onun masalında kadife sesli, geniş kucaklı bir anne yokmuş . Adam bir kadına koza olmayı bilmiyor bunun neden gerekli olduğunu, nasıl mümkün olabileceğini hatta kadının neden buna ihtiyaç duyduğunu anlamıyormuş. Etrafında minik bir kelebek gibi dolanan kadından sıkılıyor, kendini vahşi ve özgür, çayırlarda koşturan bir tay olarak gördüğü hayatını özlüyormuş.
Birisi prensesin kulağına şunu söylemeliymiş:
”Masalından çık küçük kız. Baban öldü ve bir daha onun gibi olmayacak kimse. 5 yaşındaki prensesin istedikleri ile 50 yaşındaki olgun kadının istediklerinin başka olması gerektiğini anla. Yoksa ölene dek masalında hapis kalacaksın! ”
Kadın bu seslenişi duymuş mu, duyduysa da dikkate almış mı kimse bilmemiş. Yine de düşmüş gökten üç elma. Biri prensesler, biri prensler biri de hiç prens/prenses olamamış, kaskatı bir gerçeklik algısı ile büyümüş, kendi kozasını kendisi örmüş kelebekler için..