Kitaptan:
”Zaman zaman düş gücünün yarattığı evrenin, çevremdeki kanlı canlı yaratıkların belirsiz dünyasından daha sağlam ve uzun ömürlü olduğunu düşünüyordum.”
”Yeni zenginler ne zaman kendilerine yeni bir mahalle kurmaya kalksalar, aynı yılın sonunda çevrelerini yeni fakirlerin gecekondularıyla kuşatılmış buluyorlardı.”
”Naranjo ve onun gibiler için halk yalnızca erkeklerden oluşuyordu. Biz kadınlar mücadeleye katılmalı ama kararların ve yönetimin dışında bırakılmalıydık. Onun devrimi, benim yazgımda temel bir değişiklik yapmayacaktı. Koşullar ne olursa olsun, ömür boyu kendimi geçindirmek zorunda kalacaktım.Benim savaşımın ufukta sonu hiç görünmeyen bir savaş olduğunu belki de o anda fark ettim.”
”Sonu iyi biten her şey iyidir.”
Allende, Gabriel Garcia Marquez’den sonra ,okuduğum ikinci Güney Amerikalı yazar. Aynı onun gibi ”büyülü gerçeklik” akımına mensup . Markiz’in Yüz Yıllık Yalnızlık’ını ilk okuduğumda çok etkilenmiş olsam da kısa bir süre önce tekrar okuma çabam sonuçsuz kaldı. O kadar ”uçuk kaçık” geldi ki bana; onlarca isim, olay, tuhaf tuhaf yaratıklar, insanlar..Sürekli bir ‘harikalar sirki’ atmosferi düşünün. Bence büyülü gerçekliğin en iyi tanımı bu. Bir süre sonra başım döndü, kafam allak bullak oldu, kim kimdi, ne yapıyordu filan hepsini karıştırdım. Aşağıda şu sitede rastladığım bir paragraf var Yüz Yıllık Yalnızlık’la ilgili:
”On sekiz ay ve on bin dolarlık bir borç yükünün ardından bin üç yüz daktilo sayfalık müsvedde, ayrıca çalışırken yapılmış çeşitli şemalar, ve çizimler ortaya çıkmıştı. Garcia Marquez ile Mercedes müsveddeyi postaya vermek üzere hazırlarken Mercedes içinden (daha sonra itiraf ettiği üzere), “Ya bütün bunlardan sonra bu kötü bir romansa?” diye geçirdi. Karı koca postaneye giderken, müsveddenin konulduğu kutu açıldı, sayfalar sokağa savruldu. Postanenin veznesine geldiklerinde posta paraları çıkışmadı, bu yüzden sadece romanın yarısını gönderebildiler. Kalanı için gereken para da ilerleyen saatlerde tamamlanan bu roman ‘Yüzyıllık Yalnızlık’dı.”
Allende, şükürler olsun ki bu kadar çılgın değil. Kitap kendini okutuyor. Hele sonlara doğru yap-bozun parçaları yerlerine öyle güzel oturuyor ki hevesle, elimden bırakamadan okudum.
Eva bir hizmetçinin kızı olarak, uçsuz bucaksız doğanın içinde dünyaya geliyor. Babası, annesini ölüm döşeğinde iken hamile bırakmış bir yerli. Annesi de Eva 7 yaşında iken boğazına balık kılçığı saplanarak ölüyor. O yaştan itibaren, yıllarca tuhaf tuhaf patronların yanında hizmetçilik yapıyor. Patronların biri ölülerin içlerini boşaltıp mumyalıyor mesela, biri ‘evrensel madde” dediği bir tür karışımla porselen heykeller yapıyor, biri hayat kadını pazarlıyor. Eva’nın olağanüstü bir hikaye anlatma- uydurma yeteneği var ve herkes bunun farkında. Bu arada vaftiz annesi ve abuela dediği bir tür teyzesi de tam birer çılgın. Abuela bir tabutta uyuyor mesela. Sonunda yolu bir Arapla kesişiyor. Issız bir köyde arabın tam bir çıfıt çarşısı olan dükkanında nihayet özgürlüğüne kavuşuyor. Riad ismindeki adam ona okuma yazmayı öğretiyor, nüfus cüzdanı çıkartıyor.
Gün geliyor ondan da ayrılıyor ve bir çete reisi ile aşk yaşamaya, bir travesti ile aynı evde kalmaya başlıyor ve fabrikada çalışıyor. Travesti artık 18 yaşını geçmiş olan Eva’yı yazması konusunda yüreklendiriyor ve ona bir daktilo alıyor. Sonrası çok güzel. Eva çılgınlar gibi yazıyor. Çete reisinin çok tehlikeli bir işinde ona yardım ederken hayatının aşkını buluyor.
Kitabın kısacık özeti böyle. Ben sevdim. Diğer kitaplarına da bakacağım.
Peru’lu Allende’nin Ted konuşmalarında videosu var. Çok da güzel. İzlemek isterseniz tık tık..
Yüz Yıllık Yalnızlık’la ilgili güzel bir blog yazısı okumak isterseniz tık tık..
Hakkında hiçbir fikrim olmayan Güney Amerika’yı bir gün görmek arzumu dile getirerek yazıyı noktalıyorum. 2016′ nın son kitaplarını kaydediyorum bloga, değil mi? Vay be, bir yıl daha geçti işte..