”Oysa güzel şeyler var , ışıklı geniş caddeler, ılık akşamlar..Hepsi çok yakında gibi değil mi? Ama değil aslında çok uzakta ” cümleleri ile içimden bir Ahlat Ağacı geçti gitti. Bu cümleleri genç, umutsuz, kuyumcu ile evlenmek üzere olan bir taşra kızına söyletmeyi düşünebilen NBC…Bunu nasıl başarıyorsun?
Film çok gerçekti, hemen yan evde yaşanıyor gibiydi. Ganyan parası koparmak umuduyla oğlunun peşine takılan baba, tüm karakterler içinde en tutarlı ve dayanıklı görünen dede, kafası karmakarışık, yıllar süren tahsil sonrasında tek becerisi herşeye itiraz etmek olan, babasıyla / yazarla/ imamla geçinemeyen, bir tuhaf, sıkışmış, yönsüz-yertsiz-yurtsuz bir oğul.. Elektrik- gıda gibi yaşamsal ihtiyaçları karşılamak, hayatın itiraz kabul etmez somut gerçekleriyle yüzleşmek zorunda bir anne. İçi acılaşmış, yüzü gülmez olmuş.
Hikayenin pek önemi yoktu benim için. Oğul bir kitap yazmış; bastırmaya uğraşıyor. Bu sırada baba evine geri dönmüş, güya KPSS’ye hazırlanıyor. Arka planda boğucu, çer çöp içinde kasaba yaşamı. İç daraltan evler, başrolde televizyonların olduğu sohbetsiz sıkıcı oturma odaları, karanlık basık mutfaklar.
Baştan sona, yaratılan gerçeklik duygusuna şaşırarak izledim. Sanki film değil de mutlaka bir şekilde bulaştığımız bir suçu izliyoruz, hep unutmaya çalıştığımız. Yüzleşemediğimiz.
Bir kez daha izlemeli, gösterimi bitmeden..
TÜM YORUMLAR
Sıkıcı ve boğucu havasından dolayı cesaret edemedim gitmeye ama merak ediyorum.
İçeriğini bilmeden ismiyle ilgimi çeken bir film. İzleyeceğim inşallah 🙂