Sevgili Günlük,
Bugün uykusuzum çünkü dün gece bire kadar Delibal filmini izledim. Televizyonda denk geldim ve bir yerden takıldım, bitmeden de uyuyamadım. Bittikten sonra hem uyku saatimi kaçırdığımdan hem de içim karıştığından derin uykuya geçemedim. Oğlanlar yedide tepeme dikilince bugünki modum şu:
Filmle ilgili söylenecek her şey söylenmiş, yazılmış, çizilmiş. Beyazperde.com’daki Burçin Aygün imzalı yorum gayet yeterli aslında:
Yeni bir yılın eşiğinde, yine bir “ağlatmalı, sıcaklatmalı, romatik mi romantik” bir filmle daha beraberiz. Ülkenin genç nüfusunu yine aynı noktadan vurmayı hedefleyen, gerek fragmanları, gerekse reklam kampanyası ile bunu tam anlamıyla başaran bir başka Türk filmi; Delibal! Ateşli mi ateşli bir çocuk, güzel bir kız, rüya gibi bir birliktelik, masallara yaraşır bir evlilik. Her şey güzel, her şey mutluluk verici. Peki ya bu “fazla güzel, fazla özel” Hint masalı(!) aslında ardında kocaman bir dram taşıyorsa ne olur?
Olacağı söyleyeyim, az önce de belirttiğim gibi, bir başka Türk romantik-komedi-drama denemesi olur. Her şeyin ötesinde, daha önce de biz Türk sinemaseverlerin karşısına çıkan “yabancı filmden serbest uyarlama” hastalığına tutulmuş olan Delibal, acı vericidir ki “baştan sona olmamış”lık akan bir çalışma. Dürüst olmak icap ederse, TV dizilerinden tanıdığımız bir ekibin ve de yönetmenin elinden çıkan Delibal filmi, birkaç güçlü isim, sağlam ve şaşırtıcı çekim tekniği, doğru müzik kullanımı gibi “önemli artılar” bir yana bırakılacak olursa, alıştığımız, artık fazlasıyla doyduğumuz yemeklerden biri olmanın ötesine geçemiyor.
Çağatay Ulusoy gibi genç kızların aşkı bir aktör (ki işin romantizm kısmında gerçekten başarılı), yanında ise güzeller güzeli Leyla Lydia Tuğutlu ve usta bir oyuncu Hüseyin Avni Danyal. Projenin oyunculuk kısmı genel olarak hem başarılı, hem de ilgi çekici. Medcezir TV serisinde birlikte çalışmış olan Ulusoy ile filmin de yönetmeni olan Ali Bilgin, bu hususlarda gerçekten de başarılı. Nerede ne yapmasını bilen, seyirciye sunacağı enerjiyi ziyadesiyle verebilen “hem sevimli, hem ilgi çekici” bir ekibin işi Delibal. Lakin bunlar, tek başına yeterli oluyor mu?
Müziğe aşık bir genç adam, yakışıklı, gelecek vaat eden, genç kızlar için gerçek bir ikon! Çağatay Ulusoy’un üstüne biçilmiş kaftandan bir rol. Uzun zamandan sonra gerçekten aşkı hissetmesini sağlayan sevimli, bıcır bıcır bir kız olan Fusün; Tuğutlu. Açık konuşmak gerekirse oldukça iyi bir karışım, akılcı bir formül. Şık kamera açıları, başarılı müzikler, iki çekici başrol. Eldeki tüm malzeme doğru. Buna rağmen ortaya çıkan sonuç pek başarılı değil.
Kulislerde konuşulan ve maalesef ki gerçeklik payı olan, meşhur bir Hint filmine olan “esinlenme”nin yanına eklenecek fazla bir şey olmayınca, ortaya çıkan da bu. Olabildiğine yavan bir senaryo, iş romantizme gelince harikalar yaratan ancak dramatik kurguya neredeyse hiç hizmet edemeyen oyunculuklar, sıkı bir giriş sekansı ve hızla düşen tempo…. Akıllara zarar bir final. Filmin sözde sürprizli kısmı ise, konu hakkında en ufak bilgisi olan biri için tek kelime ile absürd. Günümüz dünyasında sıradan ilaçlarla öne alınabilecek bir rahatsızlığı, sadece vurucu olmak adına şeytani bir gölgeye dönüştürmek, akla hangi hizmet, sormak gerekiyor.
Kısacası karşımızda, yeni nesil bir Issız Adam ya da İncir Reçeli olmak isteyen, bunun için kartları da doğru oynamayı başarmış ancak ne yazık ki samimiyetten uzak bir “fazla” ticari proje var.
Şayet akılcı bir akış beklemiyorsanız, sevgilinizle geçirecek boş vaktiniz varsa, romantik bir dram denemesi sizi bekliyor. Tercih size kalmış.
Özetle ‘genç kızları ağlatalım’ temalı bu film, içimi neden karıştırıp, ruhumun taşlarını yerinden oynattı? İtiraf ediyorum ki tüm üniversite hayatım böyle bir aşkın hayali ile geçti. Pek dikkat çekmeyen bir genç kız olarak, yine de bir gün yakışıklı, üzerime titreyen, peşimden koşacak bir delikanlının rüyası ile uyur uyanır, iç geçirirdim. Şükürler olsun ki o yakışıklı genç 4. sınıfta hayatıma girdi (eşim olur kendisi) ama 23 yaşıma kadar o rüyaya beslediğim özlem hala içimde bir yerlerde saklı durur. Çağatay’ın canlandırdığı Barış karakteri, belki ondan, içimde güzel, genç, yumuşak, karanlık bir yerlere dokundu. Hevesle, garip bir nostaljiyle izledim. Bir noktaya kadar fena değildi ama final çok anlamsızdı .
İki şeye çok sinir oldum:
1. Gayet iyi yetişmiş, annesi-babası tarafından ciddi biçimde sevilen-onaylanan-desteklenen, akıllı-başlı, hayat dolu bir çocukta neden ağır bir psikiyatrik hastalık çıksın? Ha, olmaz mı,olur elbette ama bu filmdeki akış öyle bir şekil almış ki sırf gıcıklığına ya da ”Allah her güzelliği bir kişiye mi verecek? Ama bu haksızlık” der gibi geldi bana.
2. Hadi diyelim bu hastalık o çocuğu buldu , niye gizliyor? Kendisini çok seven, evlenmek için babasına kafa tutan karısıyla, acayip tatlı ebeveyniyle neden paylaşmıyor? Al sana Türk tipi dram. Sıfır senaryo, sıfır zeka. Koy bir güzel kız, yakışıklı oğlan kakala seyirciye..Vah ki ne vah..Yazıklar olsun.