Babamların gittiği şubat sonundan beri düzenimiz şöyle. Sabah 07:30’da cep telefonundan its a beautiful day çalmaya başlıyor. Telefonu çocukların odasına götürüyorum. Ben zaten uyanmış oluyorum. Genelde yataktan çıkmıyorum çünkü kahvaltı hazırlamaktan vazgeçtim bir süredir. Emre zaten kahvaltı etmiyor yani ediyor da sadece kendi istediği şeyler olursa, salamlı tost, krep , nutellalı ekmek. Eren de neredeyse aynı sayılır, eşim biraz ayılmadan iştahı açılmaz pek yemez o sebeple erken saatte. Eh o zaman ne gerek var değil mi?
Oğlanlara sabahları tablet-telefon kesinlikle yasak, bazen ellerine geçiriyorlar ve alamıyoruz daha doğrusu sabah telaşı içinde boğuşamıyoruz, bin kere hayır ve gözyaşı selini göze alamıyoruz diyelim. Sekize kadar çocukları giydirip Emre’nin okul için unutmaması gereken şeylerini alarak çıkmaya çalışıyoruz. Simitçiye uğrayıp birer simit (Açma yiyince elleri yağ oluyormuş) alıyoruz ve Emre’nin tam bir keşmekeş olan okul önü trafiğine dalıyoruz. Genelde tam o sırada çişleri geliyor, ya pet şişeye ya yakındaki bir ağaç dibine çiş yapıp , el sallayıp okula gidiyor Emre. Arkasından bakarken kendimi o kadar anneme benzetiyorum ki. O da okul yolunda, gözden kaybolana kadar arkamızdan bakardı..
Sonra kreş yoluna düşüyoruz. Eren’in yarım kalan simidini okul bahçesindeki tavuklara veriyoruz. Giriş kapısının üstündeki mor salkımları kokluyoruz ve güneş binadan içeri girer girmez Eren bana yapışıyor. Beş dakika kadar takılıyorum onunla, yemek listesine bakıyorum, kahvaltı masasına oturuyorum, sarılıyorum uzun uzun. Bir gün ağlayacak ve beni bırakmayacak diye ödüm kopuyor.
Sonra bir koşu işe geliyorum ve kendimi yine de yorgun hissediyorum . Yine de diyorum çünkü çok değil bir buçuk sene önce bir mim yapmışlardı Güne Nasıl Başlıyorum isminde. Bakın orada ne demişim:
TÜM YORUMLAR
Sonuna kadar arkadan bakan anne olmak ve anneye sahip olmak…işte gerçek mutluluk..