Kadın uyandı. Saat 06:30. Pek çok sabah olduğu gibi ilk duygusu iç sıkıntısı oldu. Uyanmak ve güne başlamak istemiyordu. Yattığı yerden bedeninin genişliğini, gevşekliğini, sütyensiz memelerinin sarkmaya başladığını, cildinin yağ içinde, saçlarının bakımsız olduğunu, ter kokusunu fark ediyordu. Yatak odasının kapısının arkasındaki tel askıda bir bornoz, baş havlusu ve epeyce pahalı bir kol çantası asılıydı. Hemen bitişikteki banyo ciddi tadilat istiyordu. Duvarlarda önceki sahipten kalıp sökülmüş bir sürü vida deliği vardı. Minicik pencerenin pvc pervazı paslanmış, kararmıştı. Duşakabinin gideri sabun-şampuan artıkları ile mide bulandıran kirlilikteydi . Giyinme odasına banyodan geçiliyordu. Yer bulamadığı için altı metrekarelik kocaman halıyı bir duvarına dayamışlardı. Yine çantalar, etekleri taşlı abiye bir elbise, ayakkabı kutuları düzensizce sağa sola atılmış, huzur kaçırmak için var olmuşçasına göze batıyorlardı.
Beş koca yıldır ev için tek yapabildiği her santimetrekareyi dolduran ağır, antik ıvır-zıvırı atmak olmuştu. Sadece salonu biraz toparlamıştı iki yıl önce. Yapacak o kadar çok şey vardı ki..Nereden başlasa olmayacaktı.Tek banyonun yenilenmesi bir çuval para tutuyordu.
Bu düşünceler artık gide gele misafir olmaktan çıkmış beynini ruhunu ele geçirmişlerdi. aynı bezginlikle uyanmak -bomboş uyumak döngüsü Her sabah yeniden başlıyordu.
Kadın düşünüyordu: Bu döngü nasıl kırılabilir? Kırılmalı mı? Kırmazsa ne olur? Böyle yaşayıp ölse ne olur? Tek dert ettiği iki çocuğunun yetişkin olduklarında kendisinin bugün hissettiklerini hissetmeleriydi. Neden? Çok karışık geliyordu bu düşünceler ona, insan 25 yıldır aynı şeyi düşünüyor olmamalıydı.
———————————————————————————–
Kadın uyandı. Yine salondaki koltuktaydı. Her yeri ağrımıştı. Alışıktı ağrılara sızılara, dert etmedi. Gece işten gelip kendini dürten, salondaki L koltukta üzerine abanan kocasına kızgındı. Uyumuş muydu dayak mı yemişti sabaha kadar ayırt edemiyordu. Adam koltuğun taksitlerini paylaşmaya bile yanaşmamıştı ayrıca. Eskisiyle idare ediyorlarmış, o istediğine göre o ödemeliymiş.
Kadın temiz olmayı çok önemserdi. Yaz kış demeden sabahları mutlaka duş alırdı. Temiz bir ense traşına aşık olabilirdi. Güzel kokan bir erkek bedenine. Dişleri pırıl pırıl olmasa da olur ama kokmamalı bir insanın ağzı. Ne büyük dertmiş ağız kokusu evlenince anlamıştı.
Her akşam altı buçuk ya da altı kırk beş eve gelir. Kocası oğlanla beraber evdedir. Akşam yemeğini bir gün önceden hazır eder. Yıllardır aynıdır bu. Hasta olduğu birkaç akşam hariç yemeksiz bir öğün geçirmemişlerdir daha. Tencereleri ısıtır, sofrayı kurar. Bazen burun kıvırır adam. Beğenmez. Zeytin, peynir çıkarıp yer. Sofra kaldırılır, bulaşık toplanır, ertesi günün yemeği yapılır. Adam yemeği yer yemez kendini ofisine atar. Artık onda mı gelir, on birde mi bilinmez. Bu da yıllardır aynı. Hele bundan önceki soğuk- karanlık- kasvetli evde minicik bebekle geçirdiği yalnız akşamları düşündükçe hala içi daralır kadının.
Cumartesi pazara gidilir; bütün haftanın sebzesi meyvesi alınır. Pazar günü genellikle kadının annesi ile geçirilir. Nedense adam, kadından daha çok sevilir anne tarafından. Kadın hep hatalı, kusurlu, eksiktir.
Evli barklı kadının kız arkadaşı ile sinemaya gitmesi sanki Las Vegas’a kumar oynamaya gitmiş gibi karşılanır. Birlikte tatil mi? Ne gerek var? Hem bir sürü masraf. Küçücük bir sürpriz, tatlı bir söz, saçları okşayan eller mi? Neden? Niçin bu kadar çok şey istiyor bu kadın? Ne hakla? Kim oluyor da sevilmeyi kendine göre tanımlıyor? Adam onu seviyor işte. Sevmeseydi döverdi, iter kakardı. Evlenmiş , çocuk yapmış senden, haftada bir üstüne çullanıyor, daha nasıl sevsin seni. Erkek o. Erkeklerin hepsi böyle. Bakma benimki farklı diyenlere. Yalan söylüyorlardır onlar. Kıskandırmak için. Elde tutmaya bak adamı. Çok söylenme, bırakır gider, kalırsın ortada sahipsiz.
———————————————————————————————————————-