LCDP Beşinci Sezon Yorum

Eylül 10, 2021
283
Views

-Yazıda spoiler yoktur- LCDP gibi yapımlar bence tek sezon olmalı ve bomba gibi bir iş olarak sonsuza kadar hatırlanmalı; en azından bazılarımız defalarca izlemeli, çoluğa-çocuğa anlatmalı (True Detective benim için tek sezondur misal).

İlk sezonun sonunda vay arkadaş bu neydi demiş ve ağzım açık kalmıştım fakat 5 sezon devam etmesini de anlıyorum; öyle bereketli bir kaynak ki bu tip işler, öyle çok yerden para kazandırıyorlar ki ben de olsam altın yumurtlayan tavuğu kesmezdim.

Tıpkı Breaking Bad gibi ortada harika ve çok katmanlı bir hikaye var. ”Acayip zeki bir adam İspanya Darphane’sini soymak için 20 yıldır plan yapmaktadır. ” Ana fikir bu. Bu cümle beş sezonluk bir yapıma, gerçek manada bir fenomene, kült bir TV olayına dönüştü ve yapımcılara milyon dolarlar kazandırdı.

Açıkçası beşinci sezona ” Amann gene nasıl saçmaladılar acaba?” diyerek başladım. Şu anda yayında beş bölüm var, kalan beş bölüm aralıkta çıkacak. Gene bir sürü gereksiz gerilim, sürekli makineli tüfeklerle tatatatatata ateş etmeler, mucizevi kurtuluşlar, güya kriz çözmek için orda bulunan Tamayo Efendi’nin hatalı kararları, Arturo densizinin ucuz kahramanlık numaraları.. Bir avuç amatörün karşısında Kabil’de, Burkina Faso’da filan savaşmış on tane komando var! Aslında beş bölümü de bu ruh haliyle izledim amma velakin kamera arkasını ve oyuncuların özel yaşamlarını gösterdikleri 52 dakikalık belgeseli izleyince yeniden aşık oldum bu işe.

Senin benim gibi sıradan hayatları olan, maske takan, gri eşofman altı giyen, komşularıyla çay içen insanların bir araya gelip böyle efsanevi şeyler yapabilmesi beni büyülüyor. Helsinki rolündeki koca adamın çocuğunu mahalledeki okula bıraktıktan sonra yine mahalledeki kafede senaryo okumasından, ana dili İspanyolca olmadığı için aksanlı konuşmaktan çekinmesinden, repliklerini telefonuna kaydedip dinlemesinden, Profesör’ün sevgilisi rolündeki Raquel’in ”Tim Robbins’den öğrendim; dört duygu vardır, korku, üzüntü, mutluluk ve endişe” demesinden, Tokyo’nun gözyaşlarından , ”Kariyerimde bir daha böyle bir iş olur mu bilmiyorum ” cümlesinden çok etkilendim.

Tabi asıl olarak diziyi yaratan Alex Pina’nın, adını hatırlayamadığım kıvırcık saçlı adamın ve senarist Javier Gomez bilmem kimin heyecanı, tutkusu , Javier’in ” Aşk olmalı, aşk mutlaka olmalı” cümlesi, olağanüstü bütçeleri sayesinde kullandıkları şahane dekorlar, acayip efektler, o savaş sahnelerindeki toz-toprak-makyaj ve hepsinin sonucunda içinde kaybolup gittiğimiz LCDP evreni, Helsinki dev sütunun altında kaldığında gözyaşlarımı tutamamam, LCDP dünyasını beğensek de beğenmesek de görmezden gelemeyeceğimiz gerçeği..

Javier Gomez Santander biraz Murat Cimcir’e benzemiyor mu?

Aklınızı mantığınızı bir kenara bırakıp 6 saatlik bir trans haline girmek isterseniz, tercihen gece vakti (ertesi gün erken kalkma zorunluluğu olmasın) , cep telefonunuzu uçak moduna alın ve LCDP’nin son sezonunun tadını çıkarın. Her şey bomb.k olabilir; olsun, dünyada tutkuyla iş yapan insanlar ve şahane şeyler var.. Bogota’nın evi gibi, Denver’in şarkı söylemesi gibi, Alicia Sierra’nın aklına eseni yapması gibi..

Etiketler:
Kategori:
Günlük · Sinema

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir