Yüz yirmi beş lira vermeye elimin bir türlü varmadığı kitabı bir cinnet anında aldım gitti. Ne kadar çılgınım (ve zenginim) değil mi? O gün yaşadığım anksiyete krizini ancak böyle bir kitap hafifletirdi.
Beğendim mi? Evet.
Bir daha okur muyum? Evet.
Çok mu sevdim? Hayır.
Nazi Almanya’sında geçen hikaye 600 sayfa. İnsanlık tarihinde yaşanmış çok trajedi var ama 1940’lardakine yürek dayanacak gibi değil. Sonlara doğru bu kitabın esas ilham kaynağının korkunç doktor Josef Mengele olduğunu anlıyoruz. Saf ve üstün Alman ırkını yaratmak için akla hayale sığmayacak işkenceler icat eden Mengele’nin bir projesi yüzünden bu cinayetler işleniyormuş aslında. Bu kadar acımasız olan Hitler ve şürekası aynı zamanda ” Her şeyi kaydetme ve dürüstlük” saplantısına mı sahipti? Yine onlar sayesinde bu kadar çok şey biliyoruz o karanlık dönemle ilgili belki de.
1940’larda Hitler hakimiyetindeki Berlin’de, Nazi sempatizanı iş adamlarının eşleri olan kadınlar peş peşe öldürülmeye başlanır ki her biri birbirinden zengin, güzel ve gençtir. Hunharca katledildikten sonra karın içi organları boşaltılan cesetlerin ayakkabıları da kayıptır. Olaylar fazla ses getirmesin diye bir SS subayı olan Franz soruşturmanın başına getirilir. Franz ipuçları peşinde koşarken ekibe iki kişi daha katılır. 600 sayfa boyunca katil kovalayan, en küçük delile hatta çılgınca söylentilere bile dört elle sarılan kişileri kısaca tanıtırsam:
- Franz : Acımasız bir Nazi subayı. Köy kökenli.
- Minna. Ünlü bir ailenin aykırı kızı. Zengin. Psikiyatrist olmuş, alkolik, kendini harap bir akıl hastanesine kapatmış.
- Simon. Ufak tefek, çok şık, statü peşinde bir psikiyatrist. Hiç çekinmeden hastaları ile seks yapıyor. Hastalar Berlin sosyetesinin ünlü hanımları ve öldürülen kadınlar da bu hastaların içinden seçilmiş.
Üç karakter de birbirinden sevimsiz geldi bana ve hikayenin içine bir türlü giremedim. Grange ustanın bir şablonu var. İlk olarak detaylarıyla şok olacağımız seri cinayetler, sonra katil kesinlikle bu diyeceğimiz bir kaç kişi ve en sonunda ters köşe. ”Katil uşak” durumu olmuyor hiçbir zaman. Bu romanda da aynısı geçerli. 500 sayfa boyunca 2-3 katil adayının peşinde koşuyoruz ama finalde şok oluyoruz çok şükür.
Kitaba çok bayılmasam da Berlin faktörü sayesinde severek okudum. Berlin benim için herhangi bir şehir değil. Malum; 25 yıldır hayatımın arka planında usul usul akıp giden bir Almanya hikayesi var. Kitapta geçen pek çok mekan, cadde vb tanıdık geldi mesela hikayedeki maktüllerin düzenli olarak toplaştığı Adlon Otel’in beş yıldızlı lobisinden anneciğim, kardeşim ve bebek arabasındaki Emre ile adeta mülteciler gibi acayip bir garibanlık havasıyla geçmişliğimiz var (Tamamen tesadüf eseri).
Eleştirecek şeylerden biri de Almanca yazılmış rütbeler ve birçok kelime (Reich ?). Obergruppenführer vb uzun ve hiçbir tanışıklık hissi vermeyen kelimeler okuma keyfimi epeyce azalttı. Zaten Almanca deyince şöyle bir duracaksın: Bütün dünya doktora doktor derken Almanlar arzt der mesela. Kaba ve zor bir dil. Grange kitaplarını çeviren Tankut Gökçe bu işi çok iyi yapar aslında; Kongo’ya Ağıt’ta da Afrika dilinde tek tük kelimeler vardır. Romana bir tür yerellik katar ama şöyle bir görünür kaybolur o kelimeler. Mermer Adam’da neredeyse her sayfada pek çok Almanca kelime gözümü kulağımı tırmaladı durdu.
Grange her durumda okunur, en iyi anti depresandır. Sayfaları çevirir de çevirirsiniz. Merak unsuru hiç eksik olmaz. Yani şu soğuk günlerde çayınızı alıp tadını çıkartın. Teferruatı boş verin.
Not:
TÜM YORUMLAR
Ayakkabılar da pantolon da son derece şık.
Bazen para harcamak iyi gelecekse ruhuna ver gitsin. Ara sıra şımartmalı insan kendini.
Sevgiler
Aaaa Joe ! Nerelerdesin sen?
:)buralarda
Blogun aktif değil mi? Sadece davetliler mi ?
offf seni eklemedim mi ben bunca zamandır? blogu genel okumaya kapattım ve insanlardan mail adreslerini isteyip onlara izin verdiğimi sanırken bir gün baktım ki on kişiyi filan engellemişim istemeden. buradan okuyan olursa hepsinden özür diliyorum. çok sonra fark ettim. mail adresini buraya yazabilirsen seni tekrar ekleyeyim.
e.aydinsari@gmail.com .
Dert etme, ne güzel bir sürü yazı birikmiştir şimdi okuyacak.
En az üç Grange okuduktan sonra ama hepsi gün sonunda aynı olay örgüsüne varıyor diyerek insan sıkılıyor. Yine de okumadıysanız Siyah Kan’ı öneririm.
Okumaz mıyım? Benim için Grange’ın en iyi 3 kitabı :
1. Lontano- Kongoya Ağıt
2. Siyah Kan
3. Kurtlar İmparatorluğu
Canım Elif Hanımcım, ojeleriniz, ayakkabılarınız saçlarınız… hayatınızda yeni bir başlangıçta mısınız? Çok yakışmış👍👍
Ooooo ne güzel bir yorum:) Şöyle bir sırtım dikleşti, boyum uzadı sanki 🙂 Teşekkür ederim Aliye.
Yazar çok seviliyor ama ben henüz hiçbir kitabını okumadım. elimde birkaç kitabı var. Onları okuyacağım, eğer seversem bütün kitaplarını okurum zaten 🙂
Lontano-Kongo’ya Ağıt bence başlangıç kitapları olmalı. Şahanedirler.
Franklin tek eğlencesi Zossen yakınlarına “hilal kampı”olarak adlandırılan bir kampa bu ad verilmesinin sebebi 1.dunya savaşından sonra Arap,siyahi ve Türk tutsakların burada bulunmasıdır.Simdi 1.dunya savaşında Türkler ve Almanlar savaşta müttefik idi Türk esirin orada işi ne acaba saçma yazar 1.dunya savaşı tarihini öğrenmemis galiba biraz tarih çalışması gerek.
Hoş geldiniz:) Ne güzel yeni okurların olması. Yorumunuz beni mutlu etti. Türk esir detayını inanın hiç hatırlayamadım.