Kaktüs Kitap Kulübü 21. Buluşma- Kendine Yabancı

Ekim 13, 2025
9
Views

Soğuk ve rüzgarlı bir günde, yeni mekanda toplandık. Gümüşlük Bryta Kafe maalesef bu iş için pek uygun değil. Masaları yan yana dizip ip gibi sıralanmak zorunda kaldık ve sığamayacağız diye telaşa kapıldık. Kahve makineleri hemen dibimizde olduğu için gürültü oldu. Yola çok yakındı, araba -motor sesi vs çok geldi. Velhasıl-ı kelam  önceki mekanımızın konforunu çok aradım.

Bir edebiyat kulübünde okunmaması gereken bir kitabımız vardı bu sefer:

Kendine  Yabancı 10 adet psikoterapi seansı anlatıyor. 10 farklı öykü. Evrensel dertlere örnek olsun diye kurgulanmış seanslar: yas, yalnızlık, göçmenlik, annelik, kadınlık, bağımlılık vb. Biraz Yalom’a öykünmüş diyeceğim ama başaramamış 🙂

Kitabın edebî açıdan bir iddiası yok  yine de ”Bu kitap neden yazılmış?” diye düşündüm durdum. Sağ olsun Eren bizlere tercüman oldu ve bu tip metinlerin sadece pazarlama amaçlı yazıldığını, yayınevleri için çok kârlı olduğunu, danışman sadece danışanlarına dağıtsa bile iyi bir satış rakamı yakalandığını anlattı.  Kitabı seçkisine koyan arkadaşımız Mahir de bir psikolog olduğu için onu kırmaktan acayip imtina ederek eleştirmeye çalıştık.

Altını çizdiğim yerlerden birkaçını paylaşayım:

‘ Varoluşsal meseleler üzerine düşünen insanların karşısına kabataslak iki seçenek çıkar: ”Hayatın bir sonu var ve bu sınırlı zamanı dolu dolu geçirmeliyim” ya da ”Sonunda her şey yok olup gidecekse ne gerek var uğraşmaya?”. Mantık açısından ikisi de haklı görünse de arada çok önemli bir fark vardır: Birinci yolu seçen hayatını yaşar, ikincisini seçen hayata teğet geçer. ” 

” Neden? sorusuna çok bayılmadığımı itiraf etmem gerekir. Bu sorunun cevabı genellikle deneyimin derinliğini ve çok katmanlılığını basit bir ”çünkü” ile kapatır. ”s.133

”Randevu iptali yoktu. Seansa geç kalma yoktu. Ödemelerde gecikme yoktu. Sınırlara bu kadar uyumlu oluşu bende hep sorun yaratmak istemiyormuş hissini uyandırırdı. Oysa ki sınır aşımları, kurallara uyamamak bir makineden ziyade insan olduğumuzun en önemli hatırlatıcılarındandır. ” s.136

 

Suriyeli olduğunu düşündüğüm Seher ismindeki danışanın öyküsü herhalde en aklımda kalanlardan biri oldu. Seansta İngilizce konuşan, anadili Arapça olan ve Türkiye’de uzun yıllardır çalıştığı için günlük hayatta Türkçe kullanan Seher’in dil hakkında söyledikleri -herhalde 30 yıldır Berlin’de yaşayan kardeşimin de etkisiyle- beni çok etkiledi.

” Arapça konuştuğumda, Arapça düşündüğümde ya da iletişim kurduğumda her şey birbirine karışıyor sanki. Duygular, düşünceler. Ben ne anlatmak istemiştim? Öteki ne demeye çalışıyor? Sınırlar siliniyor adeta. Şerbetli bir şeyin içine girer gibi. Çok tanıdık, çok tatlı, çok güzel ama sürekli akıyor, yapışıyor, önünü alamıyorum; bir noktada her yerimi sarıyor ve onun içinden çıkamaz hale geliyorum. Başka birine bile gerek yok; kendi kendime Arapça düşündüğümde bile duygu-düşünce birbirinin içine giriyor. Bir şey üzerine ayrıntılı düşünmem gerekiyorsa bunu İngilizce yapıyorum. 

Türkçe konuşurken kendimi hep ricacı, hep yabancı, hep kibar olmak zorundaymışım gibi hissediyorum. Türkçe konuşurken öfkelenemiyorum. Parmak uçlarında yürümem gerekiyor sanki. ” s.173

Varoluşçu terapi de şu demekmiş: Klasik psikoterapide danışman ”cevapları bilen” kişi, danışan da soran-araştıran kişi kabul edilirmiş. Varoluşçular ise daha çok danışanın kendi gerçeğinin ortaya çıkmasını bekler, daha çok sorar, ”cevaplar bende” diye düşünmezmiş. İlginç bir detay.

Ruh sağlığı hizmetlerinin bütün dünyada çok pahalı olduğu da konuşuldu. İhtiyaç duyulursa birçok derneğin daha uygun fiyatlı terapi hizmeti verdiği söylendi ; bence önemli bir bilgi.

Aslında hikayeler üzerinden gitsek daha keyifli olabilirdi ama hem ortam hem de grubun edebî kaygıları buna engel oldu.

Dünkü buluşmamızda Müşerref de vardı. Kulüp bahane oldu, kalkıp Ortaca’dan geldi. Önce Gümüşlük’de uzun bir kahvaltı yaptık. Diğer kulübün son kitabı Kaplanın Karısı’ndan girip Kayıp Zamanın İzinde’den çıktık. Konuş konuş bitmedi. Sonra yürüdük de yürüdük ve bana Halki’yi anımsatan, otantik bir pansiyona denk geldik.  Kapısı açıktı, girdik, gezdik. Bu mevsimde elbette tadı yok, terk edilmiş ve soğuk görünüyor ama yaz için çok tatlı bir yer olabilir.

Akşam üzeri için başka bir program daha vardı; bir arkadaşımızın evinde, kalabalık bir grup bir araya geldik. Genelde hafta sonularında can sıkıntısından 5-6 bölüm peş peşe dizi izliyorum ; dün tam tersine etkinliklere yetişemedim 🙂 Soğuk olmasa daha güzel olacaktı ama ona yapacak bir şey yok.

Not: Geçenlerde Emre ile sevgili kreşimiz Patika’ya uğradık. Pek duygulandık. Ay sonunda cadılar bayramı dekorları kurulunca tekrar gideceğiz.

10 yıl sonra aynı yerde 🙂

 

Gelecek ayın kitabını Serpil seçti:

Bel Canto: A Novel : Patchett, Ann: Amazon.com.tr: Kitap

Faulkner’dan Ses ve Öfke, Han Kang’dan Veda Etmiyorum listedeydi ama diğer ikiyi anımsayamadım.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir