Ne tatlıydı son birkaç gün. Çok kereler şükrettim, koşturup durmaktan zevk aldım. Çocukların yazılı haftasıydı; bol bol ders çalışmaya çalıştık, Eren’in öğretmenleriyle bireysel görüşmeler yaptık. Onlarla daha yakın olduğumuz böyle günleri çok seviyorum. Çok yağmur yağdı. Ecem’le takıldık, avm gezdik, sayesinde güzel fotoğraflarımız oldu.
Tesadüfen önünden geçtiğim Fırıncı harika bir yeni yıl dekorasyonu yapmış. Bayıldım. Nihayet perşembe günü fırsat bulup oturdum ve çok mutlu oldum. Kırmızılar, ışıklar, neşeyi hatırlatan bir sürü detay. Kestaneli tart ve uzun zamandır denk gelmediğim Julius Meinl fincanların zarafeti. Yılı bitirmek için şahane bir yer.
Sabah evden çıkmadan önce çektim alttaki iki kareyi. Evet dağınık, evet her yer alt üst ama o kadar seviyorum ki çocukların evi doldurmasını. İnsan bir gün bir şeyleri kesinlikle özleyeceğini bilerek daha o şey hayatındayken bile üzülür mü? Bir gün evin ve kalbimin içindeki bütün neşeyi ve hayatı alarak çekip gideceklerini düşünmek beni perişan ediyor.
Uzun zamandır yapmadığım sabah yürüyüşünü dün yaptım. Issız sahilde telefonu banka yaslayıp sporumu bile yaptım ve denizde yüzen iki kadına ve şu güzelliklere hayret ede ede attım adımlarımı.
Sonrası keder, hayal kırıklığı, suskunluk, içe kapanma, iskambil kağıtlarından kulelerimin bir milyonuncu kez yıkılması, yatak odasına kapanma ve yeniden çöküş. Evet öyle ama bunlar da oldu. Bu resimler de çekildi. Unutmamalıyım.
15 günün ardından bu akşam yolladık prensesimizi.