Az gelişmiş ülkelerde toplumsal düzenin sürmesi tamamen kadınlara bağlı. Çocukların ve yaşlıların bakımı, çiftçilik-hayvancılık, eğitim ve sağlık camiasındaki ağır işler; düşünürseniz bu saydıklarımın yüzde doksan dokuzunu kadınlar yapıyor. Bu ne demek? İktidarı elinde tutan kim olursa olsun – medya, hükümetler, kolluk kuvvetleri, din görevlileri vb- kadınların bedavadan yaptığı tüm bu işleri yapmaya devam etmeleri için var gücüyle çalışıyor. Bunu da öyle güzel kılıflara sarıyorlar ki biraz ”tembellik” eden her kadını, ilk olarak başka bir kadın küçük görüyor, yargılıyor. Sinsi bir mahalle baskısı kundaktan itibaren hemcinslerimizi esir alıyor. (Bunları kabul etmeyenle zaten bu mevzuları konuşmaya gerek yok. ) Günün sonunda bir kadının yaşadığı her ortamda kocanın-çocukların-yaşlıların-komşunun-akrabanın- evcil hayvanların- bitkilerin -yani tüm canlıların- hem fiziksel hem ruhsal sağlığı o kadının İŞİ oluyor. (7/24, 365 gün, bedava) Yuvayı dişi kuşun yapmasından kastedilen tam olarak bu. Kadının kendi sağlığı ve öncelikleri nerede peki? Böyle bir soru 45 yaş öncesi çoğu kadının aklına bile gelmiyor çünkü toplum onu takdir ediyor, patron takdir ediyor, komşu takdir ediyor. Koca ve çocuklar takdir etmese de diğer kaynaklardan gelen olumlu mesajlar kadını ölmeyecek kadar da olsa besliyor.
Kadının ekonomik bağımsızlığının olup olmaması, nerede yaşadığı, aile kültürü gibi pek çok etkene göre herkesin deneyimi değişebilir; değişmeyen tek şey kadınların bu düzene baş kaldırmasının neredeyse imkansız olması. Daha yoksul olanlar mahalle baskısı-namus , daha varlıklı olanlar ”Romantizm, aşk-meşk” hikayesiyle bu tuzağa düşüyor. AŞK, bütün bu Ali Cengiz oyununun tam da göbeğinde duruyor. Genç bir kız, kimsenin ona aşık olmamasını , beğenmemesini / seçmemesini bir lanet gibi kızı algılıyor. ”Seçilmiş olmak” çok önemli, çok gerekli gösteriliyor. Edebiyat, sinema, dinler, toplumsal kodlar bu ”seçilme” işini köpürtüyor da köpürtüyor. Bütün bunlar ve elbette ki yoğun hormonal aktivite 15-25 yaş arası bütün genç kızları esir ediyor.
Nihayet biriyle ”AŞIK” olduklarında ise esas drama başlıyor.
@practical.psychology hesabında 4.7 milyon görüntülenmesi olan bir video var: Bu kadar mı iyi anlatılır bu durum? Uğraştım ama paylaşamadım, üşenmeyin girin bakın. Kadın ve erkek arasında olan-bitenin 45 saniyede özetini yapmış adamlar. Bir tarafın sevgisi azaldıkça (Bilin bakalım hangi tarafın? ) diğer tarafın daha çok çaba harcamasının ne kadar beyhude olduğunu okuduğum hiçbir kitap bana bu kadar net anlatamadı. Hepimizi perişan eden sosyal medya bazen de şifaya vesile.
Bu kısacık video şunu anlatıyor: Partnerinizin size olan ilgisi azaldıysa ve siz eski, güzel günlerin özlemiyle daha çok ilgi gösterme/ çaba harcama/ bir şeyleri düzeltme döngüsüne girdiyseniz partnerinizi motive eden ne kalır? Ne kadar az çaba harcarsa o kadar çok ödül alan bir eş neden durumu değiştirsin? Kişi, hayatının en kârlı anlaşmasını yapmış olmuyor mu?
Peki ne yapılmalı? Partnerin ilgisi azaldıysa kendinize dönün, kendinize bakım verin, kendiniz için çaba harcayın ve partner geri gelirse -gelmeyebilir de- hemen koşar adım gitmek yerine, ” 1 dakika, artık o kadar da emin değilim” diyerek kişiye seçme hakkı tanıyın diyor @practical.psychology.
Bu özet ve basitlik bana çok iyi geldi. Bütün ilişkilerde umutsuzca arayı düzeltme-ısıtma çabasına girip, beklenti dolu bir hayat yaşamaktansa iki taraflı sorumluluk almak çok daha az yorucu değil mi sizce de?
Bu aralar bende işler böyle. Bol yağmurlu, kapalı bir kış geçiriyoruz. Okuma hızım düşük. Tekrar antidepresan başladım. Sakinleşmiş ve netleşmiş görüyorum kendimi. Aferin bana.
TÜM YORUMLAR
Hakikaten aydınlatıcı ve çok doğru. Neden hep ilgiyi alakayı karşı tarafa yöneltme eğilimindeyiz acaba? Gerçekten kendimize bir dönüp bakmamız lazım.