Uzun süre görmezden geldim bu kitabı ve yazarını. Yani ben Kayıp Zamanın İzinde okuyan insanım (!) , 25. baskısını yapmış ama kesin kezbanlar okuyordur filan diye saçmalıyordum içimden. İnadına da karşıma çıkıyor her yerde, ısrarla gülüp geçiyorum.
Derken bir cuma akşamı İstanbullu Gelin dizisinde Fırat Tanış’ın terapi sahnesine denk geldim. Diyaloglar öyle güzel yazılmış ki kesin bizim senaristlerin işi değil bu, başkası yazmış, kim olabilir filan derken Google bana Gülseren Budayıcıoğlu ismini vermez mi?
Şimdi yazılarımı okuyan bir avuç insandan bilmeyenler olabilir diye özet geçeyim. İstanbullu Gelin, star televizyonunda 2-3 sezondur yayınlanıyor. 200 dakikalık dizi saçmalığı devam ettiğinden bir süre sonra acayip bayık bir hal aldı. İlk sezonda biz Türk kadınlarının (30 yaş üstü) her daim favorisi Özcan Deniz hatrına epeyce izledim; uzun uzun bakışmalar, müzikli klipli sahneler, evdeki herkesin sırayla birbirine aşık olması ve yanlış anlamalar şeklindeki o ölümcül saçmalıklar başlayınca bıraktım. Yine köşk, yine takıp takıştıran, ürün yerleştirmenin cılkını çıkaran kadınlar, doğurulup bir köşede unutulan çocuklar, davetler-balolar ..Kardeşim bu nasıl hayat, aile ekonomik bir kumpas sonucu evini kaybediyor ve hizmetçilerinin Alaçatı’daki taş evinde yaşamaya başlıyor mesela! Zenginin dramı bile havalı. Bir evde hiç mi televizyon izlenmez, çocuklar ağlamaz ? Neyse, bu terapist sahneleri diziye dahil olunca tekrar izlemeye başladım ve çok etkilendim (Sahneleri Gülseren hanımın gerçek odasında çekmişler) . Hayallerdeki terapisti bulmuş adamlar. Adem’i ilmek ilmek çözdü kadın. Oğlanın anası intihar ettiğinde bile öyle akıllıca laflar etti ki o delifişek Adem delirmedi. Terapist rolünü canlandıran Tilbe Saran’a da kocaman alkış. Nasıl ezberlemiş onca cümleyi? Bazen çok güzel sahnelere de şahit olduk. Mesela Garip’in ölümü. Birkaç kez izledim. Herhalde ölüm kavramı bundan daha yumuşak anlatılamazdı; buyrun izleyin:
İşte böylece, yazarı acayip merak edince, İmge’de ön okuma yaptım ve siparişini verdim. İki günde de bitirdim.
Ne anlatıyor? Bu bir roman. Hayri isminde eğitimsiz ama yakışıklı, ağzı iyi laf yapan, kadınların nabzına göre şerbet vermeyi iyi bilen bir adam sevgilisini getiriyor doktor hanıma. Kız belli ki eğitimli bir ailenin, zengin bir çevrenin çocuğu. Hayri’yle, ikisi de evliyken tanışmışlar ve ona çok aşık olup kocasından boşanmış. Hayri çocuklarımın anasıdır diyerek karısını boşamamış. Nalan, yedi yıldır babasından kalan emekli maaşıyla, evinden çıkmadan (Hayri çok kıskanç olduğu için) yaşıyormuş. Nalan’a kalsa sonsuza dek böyle yaşarmış ama adam başka bir sevgili bulup ondan ayrılmak isteyince çıldırmış. İntihara kalkışmış. O yüzden psikiyatriste getirmiş adam kızı.
Konu doktorun ilgisini çekiyor, kıza pek üzülüyor ve terapiye başlıyorlar. Bir süre sonra Hayri de terapiye geliyor ve ikisinin geçmişinde, ruhlarının derinliklerinde uzun bir yolculuğa çıkıyoruz. Erkek yarı aç yarı tok, dayakla büyürken kız prensesler gibi bir hayat sürüyor ama ikisi de yalnız. Özellikle kızın hikayesini epey merakla okudum. Şimdi ne olacak diye. Sonuçta ortaya çıkan şeyler epey sarsıcı. Gerçek hikaye denmiş , herhalde öyledir.
Kitap Gülseren hanımın iki hastasıyla olan terapi konuşmalarından ve bölüm başlarında kendi hayatıyla ilgili anlattıklarından oluşuyor. Sıkıcı değil, su gibi akıp gidiyor. Şimdi, ben psikiyatriye özel bir ilgi duyarım ve psikiyatristlerin ruh dünyasını, yaşamlarını , bu kadar negatiflikle nasıl başa çıktıklarını çok merak ederim. Doktor yanım, bir süre sonra onların da işlerini kanıksadığını, çoğu zaman hastayı dinlemediklerini bilse de bir yanım bunu reddediyor. Ruh sağlığı profesyonellerine çok fazla anlam yüklediğimi bir-iki yıl önce acı bir tecrübe ile anladım aslında. Uzun ve acıklı bir deneyim oldu. Belki başka bir yazıda anlatırım.
Ruh sağlığı ve roman denince akla ilk gelen isim olan Yalom’un neredeyse tüm kitaplarını okudum. Son kitabı Bir Psikiyatristin Anıları’nı bitireli çok olmadı. İlk kez bir Türk terapistin bire bir seans deneyimlerini okumaksa …ilginçti. Gülseren hanım, belki geldiği ekol sebebiyle, fazla konuşmuyor, daha çok dinliyor. Arada, tam da kilit noktalarda bir iki cümle söylüyor, kendi duygularına kapılmamak konusunda çok başarılı. Biraz gerçek dışı geldi bana okuduklarım. Masalsı. Bir eksiklik, tuhaflık seziyorum ama adını koyamıyorum.
Yalom’un tüm eserlerinde psikiyatriye dair bir şeyler anlatma çabası vardır. İyi terapi nedir, nasıl yapılır, psikoterapi nasıl doğdu, nasıl gelişti, büyük ustalar (Freud, Jung vb) kimlerdi, terapinin ve kendisinin açmazları, takıldığı noktalar, aldığı eğitimler, kendi psikoanalizinden ayrıntılar, okuduğu kitaplar, yaptığı yayınlar en kurgusal romanlarında bile araya serpiştirilir ve çok doyurucu bir okuma sunar size. Belli ki Gülseren hanım işini çok iyi yapıyor ama bu saydıklarımdan eser yok. Yormayan, düşündürmeyen, Hayri ve Nalan için üzülüp ‘vah vah ‘ dediğim bir kitap oldu. Eksik gelen bu sanırım.
Sekreteri ile olan muhabbetleri, sarma-dolma, börek gibi bizden ayrıntılar, kendiyle ilgili anlattıkları ilginç geldi.
Finali içimi serinletti; şöyle ki Gülseren hanım, aylarca terapi yapıyor Nalan’la ve kız yine de diyor ki ”Ama yazık değil mi bana? Hayat beni hiç sevmedi zaten. Doğduğum günden beri başıma gelmeyen kalmadı. Ben acı çekmeyeceğim de kim çekecek? Haksız mıyım? ‘
Doktorun içinden şöyle söylemek geliyor.
” Haklısın Nalan. Git ve cezanı çek! Git, çocukluğunda yaşadığın duyguların aynısını yeniden yaşat kendine. Ölürken de ne kadar haklıyım diyerek öl! ”
Tabi bunları söylemiyor ve diyor ki:
” Suçu hayata yüklemekten vazgeç. Oyundan çıkmanın sebeplerini arama. Neye karar veriyorsan ver ama bu kararın sorumluluğunu hayata yüklemeye kalkma. Buna kader deme. Bu kader değil, kader motifin sana kaderini kendi elinle kendi kararınla yazdırıyor. Uyan artık. Uyanmam diyorsan da sana iyi uykular.” (s. 328-329)
Oh be dedim bu satırları okuyunca. Mesleğe 40 yıl vermiş birinden bunları okumak iyi geldi.
Puanım 7. Okunsun mu? Okunsun tabi, kader motifi (Şema daha mı doğru olurdu?), mutluluğun bir seçim olduğu, insanın hep ilk yıllardaki duygularını yaşayacağı – bu duygular kötü de olsa- tecrübelere koştuğunu, seçilecek başka yollar da olduğunu anlatıyor kitap. Çok duyuldu, tanındı, dizi sebebiyle çok sattı, iyi de oldu. Psikiyatriye deli doktorluğu olarak bakan bir toplum için anlamlı bir gelişme bence.
Bu da bonus! Güzel bakan adamlar , çok yaşayın siz. |
TÜM YORUMLAR
Eskiden psikiyatristlere hiç inanmazdım, Irwin Yalom kitapları okuya okuya bu fikrimden büyük ölçüde vazgeçtim ama bu tür sorunu olanları yüzde yüz düzeltebildiklerine hala inanmıyorum (belki hastalığın türü de buna imkan vermiyordur yani doktorların bir suçu olmayabilir). Psikiyatrların yazdıkları kitapları seviyorum ama Gülseren Hanım'ın o meslekten olduğunu bilmiyordum ve bu kitabın bana pek uymayacağını düşündüm yazdıklarınızı okuyunca. Elinize sağlık:)
Yorum için teşekkürler Gül. Psikiyatri bir derya, ucu bucağı yok, gerçekten gerekli ise ilaçlar çok işe yarayabiliyor. kENDİMDEN BİLİYORUM. 3 ay kadar kaygı giderici kullandım ve iyi geldi, o güne kadar ilaç işine çok mesafeliydim.
Selam. Özcan Deniz hayranıyımdır ama diziyi nedense izlemedim bir türlü daha doğrusu Türk dizilerine ön yargılıyım biraz.
Gülten Hn. başka iki kitabını okudum ve hayran kaldım. Doktor oalrak anlatım ve yazım dili müthiş sürükleyici gelmişti bana. Ben Hayata Dön kitabını alıp okudum.
İyi bayramlar Elif'cim.
İyi bayramlar 🙂 Hayata Dön'ü merak ediyorum, iyi oldu tavsiyen.
Şükür, hem Kayıp Zamanın İzinde (hepsi bitmese de bende) ve Özcan Deniz seven birini buldum:-)
Çok konu var yazında, Proust'tan başlamak istiyorum. Nasıl bir yazarmış be yahu! Kısacık ömrüne nasıl bir gözlem ve onu yazıya dökme yeteneği sığdırmış. 450 sayfalık romana bir cümleyle başlayıp bitiriyor gibi duraksız bir hayat görünümü sığdırmış.
Özcan Deniz'i iyi bakıyor değilde, bir şekilde iyi oynadığını düşünüyorum. Şanslımıdır nedir, tutmayan bir dizisi yok. İyi bakan deyince ben Timuçin'i tek geçiyorum.
İstanbullu Gelin'i izlemedim. Gülseren Budğdaycıoğlunu okumadım ama epey Yalom okudum. Söylediklerine katılıyorum hepsi hakkındaki yorumlarının bununla birlikte. Sırada epey kitap var, okumasam olur gibi geldi. Belki senin gibi bir an bir yerde elime düşer 🙂 Sevgiler..
Ben de 2 kitabını okudum daha Proust'un 🙂 Saf edebiyat dedim okurken ve gerçekten zamanı yakalamış. Anları anlatmada üstüne yok adamın. Önünde saygıyla eğiliyorum.
Özcan'a yazılan karakterler çok iyi; Seymen'le başlamış olması en büyük şansı. Timuçin de mi güzel bakıyor ? Nasıl kaçırmışım ?
Denk gelirse bir bak, belki seversin.
Aynı kitabı ben de okudum,beğendim. İki yıldır düzenli terapiye giden biriyim. Terapisti bir yönlendirici olarak görüyorum. Doğru soruyu soran ama o soruyu da sormak için hayatınızın kilit noktalarını iyi gözlemlemiş bir insan olarak… Bazen insanlar diyor ki benim yakın arkadaşlarım var onlarla paylaşıyorum… O arkadaşlar o doğru soruyu ne kadar sorabiliyor sorsalar da biz ne kadar kişisel almıyoruz emin değilim. Bu kitapta en çok hoşuma giden şey Gülseren Hanım'ın iç sesini de duymak, karakterlerine bir terapist olarak o duyduğu şefkat… Ben de terapi ortamını şefkatli buluyorum. Orda her şeyimle kabul edildiğimi… Bu arada terapist bir arkadaşım geçenlerde dedi ki İstanbullu gelini izleyip de terapiye başlayan çok insan oldu. Kadın kırk yıllık terapiye dediler gider algısını da yıkmaya başladığı için çok saygı duyuyorum. Selamlar
Yorum için teşekkür ederim. Terapi algısını değiştirdiği için bile takdiri hak ediyor değil mi?
Ben de ilk camdaki kızla tanıştım kendisi ile, sonra tüm kitaplarını okudum
Yalom da okumuş ve sevmiş biri olarak gülseren hanımın samimiyetini dilini çok sevdim
hayata dön ile istanbullu gelin apayrı hikaye aslında anlayamadım ondan nasıl uyarlama olduğunu açıkçası
okuyunca bana hak vereceksin
kitaplara eleştirel gözle yaklaşmanı çok sevdim
istanbullu gelindeki o psikiatrist sahneleri sanırım hepimizi kendimizden aldı
ben de onunla merak edip okumuştum kitabını
sayfandaki yazılar çok ilgimi çekti fırsat buldukça okuyacağım
sevgiler
Ben bütün kitaplarını da okudum.Özetle kişinin kendisine ayna tutarak hayatını neden nasıl niçin diyerek geçmişini sorgulatıp daha önceki yaşamının şimdiki yaşamına nasıl etki ettiğini gösterip gelecekte seçimlerini yaparken aynı hataları yani kendi kader döngüsü veya sarmalını kendisinin kırıp kendisinin
yeniden düzelterek yeni seçimleriyle daha mutlu huzurlu olmalarını hedefliyor.
Hedef güzel, sonuçlara ulaşmaksa ne kadar mümkün ?Eleştirecek çok nokta var yine de Gülseren Hanım Türk kadınına ”Çocuğuna söylediğin kötü söz, attığın dayak, ettiğin hakaret o çocuğun ruhunu paramparça eder” demeyi ve bu duyurmayı başardı. Tebrik ediyorum onu.
Yorum için teşekkürler, beklerim her zaman Feryal Hanım.