Evet , bildiğimiz George Orwell; 1984 ve Hayvan Çiftliği’nin yazarı. Böyle de bir kitabı varmış, Sinem sayesinde elime geçti. Aylardır bir türlü elime alamadım, her şeyden önce isminden dolayı; ne saçma bir isim. Ne demek acaba diye araştırasım bile gelmedi. Bir saksı bitkisinin adıymış; salon yaprağı imiş Türkçesi, çiçeksiz bir zambak türüymüş. 1930’larda alt-orta tabaka İngiliz halkının bir tür olmazsa olmaz dekorasyon öğesiymiş. Keşke başka bir isim seçseydi koca George kitabına; içerikle ilgisiz, heves kaçıran bir isim. 1984 ve Hayvan Çiftliği öncesi dönemde yazmış bu kitabı; herhalde biraz acemi zamanları olsa gerek.
Ben kitabı beğendim; hikayeyi şaşırtıcı buldum. İngiliz edebiyatını özlemişim; nasıl oluyorsa seni alıp tam da romanın geçtiği atmosfere ışınlayıveriyorlar.
Kahramanımız Gordon adında, 30 yaşında, sefil bir adam. Zaman 1930’lar. Yer Londra’nın fakir mahalleleri ama öyle böyle değil; sefaletin dibini gören, perperişan insanlarla dolu, bir odada aç, üşümüş ve umutsuz yaşayan bir sürü insandan oluşan böcek yuvası gibi yerlerden bahsediyorum.
Netflix’de izlediğim bazı dizilerden bildiğim o atmosfer benim kanımı dondurur; pislik içinde, bir tas sıcak çorbaya hasret, ceplerinde beş kuruş olmayan, bütün insani duygulardan soyutlanmak zorunda kalmış kadınlar, erkekler ve çocuklar.. Doğum kontrolü nedir bilmeyen, bilse de erişemeyen kadınlar doğurur da doğurur, çocuklar durmaksızın ağlar vs.
Bu ortamda yaşayan Gordon kendince paraya savaş açmıştır. Asla ”iyi bir iş” aramayacak, evlenip borç batağına düşmeyecek, açlıktan ölmeyeceği kadar bir gelire razı olacaktır fakat hoşlandığı bir kız vardır, az çok bir eğitim almıştır, şiir yazmaktadır hatta bir kitabı çıkmıştır ve üzerinde çalıştığı bir başka kitap vardır. Tam olarak her şeyden vazgeçememektedir ve paranın yokluğu üzerine neredeyse 24 saat kafa yormaktadır.
Bu minval üzere devam eden sayfalar boyunca Gordon’un parasızlığına üzülsek mi kızsak mı bilemeyiz. Ona hak veririz çünkü biliriz ki kapitalizm düzeninde ne kadar çalışırsan çalış zengin olmazsın; öte yandan çektiği acılara biraz da kızarız.
” Gordon’un evine gelince; pis bir barınaktan ibaretti. Oturma-yatak odası , haftada sekiz şilin olan bir çatı katı odacığıydı. Bütün alışkanlıkları hızla yok oluyordu. Bu sıralarda haftada en fazla üç kez tıraş oluyordu ve bedeninin sadece görünen yerlerini yıkıyordu. Yatağını doğru dürüst düzeltmiyordu, sadece çarşafları ters çeviriyordu, kabını kacağını en az iki kez kullandıktan sonra yıkıyordu. Her şeyin üzerinde bir toz tabakası vardı. Gaz alevini örten ızgaranın üzerinde her zaman yağlı bir tava ve yumurta artıklarıyla kaplı bir-iki tabak dururdu. ” s.235
” Gel gelelim haftada iki papel maaşla nasıl evleneceksin? Para, para, daima para! Bırak evlenmeyi, bir kadınla doğru dürüst bir ilişki bile kuramazsın. Gordon’un aklı gerilere on yıllık yetişkin yaşamına gitti. Kadın yüzleri birer birer belleğinden geçti. Fahişe olmayanlar da vardı ama daima yoksul, pis ve sefildiler, daima sefildiler. Her seferinde duygusuz iradeyle başlamış ve acımasız, kaskatı kaçışla sona ermişti. ” s.122
” Yemek yemek için hemen eve gitmesi gerektiği aklına geldi çünkü Wisbeach ana saat dokuzdan sonra yemek vermiyordu ama soğuk, kadınsız yatak odasını düşünmek midesini bulandırıyordu. Merdivenleri çık, gaz sobasını aç, saatleri öldürmek için masaya kapan, yapacak bir şey yok, okuyacak bir şey yok, içeçek sigara yok, hayır, buna dayanılmaz. ” s.86
İşte böyle; neredeyse her zaman aç olan Gordon, 10 saat kitapçıda tezgahtarlık eder, beş parasızdır, her yere yürür de yürür, millerce yol yürümektedir her gün, kız arkadaşı ile soğuk sokakları arşınlamaktan başka bir şey yapamazlar vs.
İçimi bayan bu yoksul atmosfer ve Gordon’un ne yardan ne serden geçen halleri, aşırı alçakgönüllü ve saf bir kız olan Rosemary sayesinde pek de beklemediğim bir şekilde son bulunca rahatladım mı? Pek emin değilim ama Aspisitra, sahilde veya yaz mevsiminde okunmayacak bir kitap ve tuhaf bir şekilde akıcı. Rastlarsanız Orwell’in hatrına bir şans verin.