Bu kitapla ilgili karışık duygular ve düşünceler içindeyim. Elif Şafak benim kalbimde özel bir yeri olan yazarlardandır. Kendine has bir sesi olduğunu düşünürdüm, edebiyat onun için bir sığınak, bir yuva imiş gibi yazardı eskiden. Blogda onunla ilgili sadece üç yazı olsa da kişisel okuma tarihimdeki dönüm noktalarından biriydi.
2007’de Siyah Süt yayınlandıktan sonra yavaş yavaş kendine özgü tarzını kaybetti, herkes gibi yazmaya başladı. Aşk da dahil o tarihten sonra basılan tüm kitapları birer proje duygusu verdi; sanki birkaç kişilik bir ekip ona bir taslak hazırlıyor, Elif hanım da kalemi eline alıp Doğu masalları, otantik tatlar, deli teyzeler gibi soslarla o taslağı bir romana dönüştürüyormuş gibi.
Elbette bu da yapılabilir, neden olmasın? Doğan Kitap tarafından basılmış 19 kitabı var Elif Hanımın, bunların yarısı 2007 sonrası yazılmış, nasıl yazarsa yazsın onun üretken bir yazar olduğu gerçeği değişir mi? Eline, emeğine sağlık deyip her çıkan kitabını almaya devam ediyorum ama nasıl anlatsam? Sezen Aksu olabilecekken Deniz Seki olmuş gibi. Onun eski, şahane eserlerini – Bit Palas, Mahrem, Pinhan, Araf- defalarca okumuş biri olarak yenilerdeki yavanlığa şaşırıp, üzülüyorum.
Kayıp Ağaçlar Adası’nda da elektrikli bir konu var: Kuzey ve Güney olarak ikiye bölünen Kıbrıs. Rum genci Kostas ile Türk kızı Defne birbirine aşık olur, 70’lerdeki terör ortamı yüzünden ayrılır, yıllar sonra kavuşurlar ve İngiltere’ye kaçarlar fakat bu bir ”mutlu son” değildir. Aylar içinde can-ciğer komşuluktan kanlı bıçaklı düşmanlığa geçiş yapmak zorunda bırakılan her ülke halkı gibi zavallı Kıbrıslılar da o yıldan sonra iflah olmayacaktır; ne kalanlar ne de kaçanlar.
Günümüzü temsil eden genç kız Ada yersiz-yurtsuz ve köksüz olmanın acısını çekmektedir. Londra gibi bir yerde -nüfusun çoğunluğu göçmen- başka babalara hiç benzemeyen babası, eşsiz-dostsuz- arkadaşsız hayatları, fazlaca gelişmiş algıları ile varoluşsal bir kriz içindedir.
Babası Kostas, çocukluğundan beri çareyi ağaçlarda, kuşlarda, çiçeklerde bulmuştur hatta kafayı ağaçlarla bozmuştur ve Kıbrıs’dan getirdiği bir incir fidesine gününün büyük kısmını ayırmaktadır.
Romanda incir ağacı da anlatıcı, o korkunç bölünme yıllarını bir de onun gözünden okuyoruz. Bazen fazla uzatılmış bulsam da ilginç bir fikir doğrusu.
Romandan çok ilginç bir şey öğrendim: İncir ağacı soğuk iklimde yetişsin isterseniz toprağa gömebiliyormuşsunuz! Türkçe bir şey bulamadım ama İngilizce yazınca tonla şey var Google’da.
Buyurun: https://www.theitaliangardenproject.com/blog/fall-fig-ritual
İşte kitabımızda Kostas da bunu yapıyor. Ağacı gömüyor ve ağaççık bize yer altından bir sürü şey anlatıyor. Çok şaşırdım ve pek de inanamayarak okudum ta ki görselleri görene kadar.
Elif Şafak bir sonsöz yazmış; İstanbul’dan son kez olduğunu bilmeden ayrıldığını, son kez olduğunu bilseydi yanına ne alırdı diye çok düşündüğünü, bir ağaç fidanı getirmenin en iyi fikir olduğuna karar verdiğini anlatmış. Roman fikri de buradan doğmuş. Ağlasam mı ne yapsam bilemedim, boş boş baktım sayfaya.
Sonuç olarak severek, hevesle okudum; özellikle Ada’nın ve teyzesi Meryem’in olduğu bölümler çok tatlı çok sıcaktı. Keşke sevgili Elif Şafak proje duygusu veren konular değil de bambaşka hikayeler yazsa. Yine de alın, okuyun, pişman olmazsınız.
” Bana Kavafis okutan sendin, kendi şairini mi unuttun? Memleketini terk edebileceğini düşünürsün çünkü madem onca insan yapmıştır bunu, sen neden yapmayasın? Ne de olsa dünya göçmenlerle, kaçaklarla, sürgünlerle doludur…Cesaretlenip kırarsın zincirlerini, gidebildiğin kadar uzağa gidersin derken bir gün arkana bakarsın ve onun bir gölge gibi seninle geldiğini fark edersin. Nereye gitsek arkamızdan gelecektir bu şehir, bu ada. ” s.330
” Bugün Kıbrıs’a giderseniz Rum dulların ve Türk dulların farklı alfabelerle yazılmış ama benzer bir talebi içeren mezar taşlarını bulabilirsiniz hala: Kocamı bulursanız lütfen onu yanıma gömün. ” s.353
” Hayatta kalanların ilk kuşağı , en çok ıstırap çekmiş olanlar, acılarını yüzeye yakın tutuyorlardı, onların hatıraları derilerinin altına saplanmış kıymıklar gibiydi, bazılarının ucu dışarıda, diğerleri göze hiç görünmeyecek durumda. İkinci nesil, bildikleri ve bilmedikleri kısımlarıyla beraber tüm geçmişi bastırmayı tercih ediyordu. Buna karşılık, üçüncü nesil sessizlikleri kazıp ortaya çıkarmaya hevesliydi. ” s.362
İlk fırsatta Kıbrıs’a gitmek lazım bu arada. Niye bunca yıldır gitmedik dediğim sayısız yerden biri de Kıbrıs’mış meğerse. Bütün Ortadoğu gibi orası da betonla kaplanmadan görmek lazım.
Kıbrıs’ı ikiye bölen yeşil hat:
TÜM YORUMLAR
Geçen gün ofisten arkadaşım ben bitirdim sana vereyim istersen deyince yok kalsın Elif Şafak beni pek açmıyor demiştim. Vazgeçtim gidip alayım…
Bir şans verin bence de.