Bizim mıy mıy Türk dizileri dünya çapında bir başarı elde ediyormuş. Anadolu Ajansının haberine göre ABD’den sonra en fazla dizi ihraç eden ülkeymişiz. Rekor Muhteşem Yüzyıl’ın elindeymiş. Şöyle yazıyor makalede:
”Geçen yıl itibarıyla Türk dizilerinin ihracat tutarı 500 milyon dolara ulaşırken, “Kara Para Aşk“, “Kuzey Güney“, “Karadayı“, “Öyle Bir Geçer Zaman ki“, “Adını Feriha Koydum“, “Gümüş“, “Fatmagül’ün Suçu Ne“, “Ezel“, “Aşk-ı Memnu“, “Diriliş Ertuğrul” ve “Kara Sevda” dizileri en fazla gelir getiren yapımlar oldu.
Çarpıcı senaryolarıyla yaklaşık iki saat boyunca izleyiciyi farklı dünyalara sürükleyen ve kendi özgün müzikleri olan Türk dizilerinin en çok satıldığı ve izlendiği ülkeler arasında Şili, Meksika ve Arjantin göze çarpıyor.”
Şimdi burada bir duralım: Çarpıcı senaryo dedikleri bir masa etrafında oturan herkesin sırayla birbirine aşık olması mı? Bin yıldır aşamadığımız zalım kaynana, anaların oğullarına takıntısı, bekaret-namus meselesi, mafya-ağa bozuntusu tiplerin racon kesmesi, adam doğraması vs olamaz herhalde. Şarkılarla, türkülerle, uzun uzun bakışmalarla, illa ki şebeklik yapan birkaç komik tiple, son bir-iki yıldır mantar gibi çoğalan terapi muhabbetleriyle sakız gibi uzatılan dizilerimize duyulan bu manasız ilginin sebebini bir türlü anlayamıyordum ki geçen gün Neksfliz’de izlediğim Kandıramazsın Beni ismindeki yapım sayesinde Evreka Evreka diyerek kardeşimi aradım.
Dizide sık sık gördüğümüz detektife bakalım:
Bunlar da çok izlenen bazı yapımların önemli rolleri:
Şimdi de Türk Dizilerinden bazı simalara bakalım:
Bunlar sadece oyuncular; bunun üzerine muhteşem stilistleri, mekanları, evleri, yalıları, boğazı, denizi de koydunuz mu dizilerimizin görsel olarak bir şölen olduğunu kabul etmek durumundayım.
İngilizin, Almanın, İsveçlinin dizisinde aynı montla-kot pantolonla sekiz bölüm oynayan çirkin detektifler nerede bizim her sahnede ışıl ışıl parlayan oyuncularımız nerede?
Ya müzikler? Kara Sevda’nın müzikleriyle konser veren yabancı orkestraları izlediniz mi? Kurtlar Vadi’sinin ve Ezel’in müziklerinin tıklanmalarını gördünüz mü? Diziler için böyle şaheserler yapılmış ; insan gerçekten hayret ediyor.
Oyunculuk vs bunları tartışmıyorum fakat Türk yapımlarının çoğunda açık ara farkla ”göz okşayıcılık” ön planda. Kuş Uçuşu’nu izlerken de fark ettiğim bir şey bu; 2. sezonu sırf kıyafetler için, evler ve dekorasyon detayları için izledim . Yabancı yapımlarda ise senaryo, oyunculuk vs dikkate alınıyor ve görselliğe o kadar da önem verilmiyor gibi. Buradan ne hipotezler çıkar, nerelere gider bu konu; ucu bucağı yok. Sosyologlar ve psikologları göreve davet ediyorum 🙂
Bu ara karman çorman okuyorum zira okumak benim bir numaralı antidepresanım. Grange her zaman iyi fikir , Taş Meclisi ve Küllerin Günü’nü yeniden okudum. İkincisi özellikle baştan savılmış gibi, yine de merakla okudum. O ters köşeler, bambaşka coğrafyalar-kültürler hoşuma gidiyor.
Komşularımdan birine uğradığımda bana bir çanta kitabını ödünç verdi. Kiralık Adam ve Ruhumun Aynası elime o şekilde geçti.
Kiralık Adam iyi başladı fakat giderek saçmaladı. Tarihi de eski olmalı çünkü vajinusmus tedavisi için deneysel tedavi olarak yakışıklı ve nazik bir adama terapi eğitimi veriliyor ve üç kadın üzerinde adamı deniyorlar vs. Olacak şey değil!
Ruhumun Aynası’nı çok beğendim. Zaten dizi olarak başlamış fakat yayından kaldırılınca senaryoyu romanlaştırarak basmışlar. Karakterler, olaylar , kurgu gayet yerinde ve sevimliydi. Tıpkısının aynısı Yalnız Kadınlar Sokağı tadı aldım ve sevdim. Tam sahilde okunacak bir roman olmuş.
Komşuda pişip bize de düşen diğer kitabım Patasana. Fazlaca uzatılmış buldum ama katili çok merak ettim ve hevesle okudum. Elbette tahmin edemedim çünkü hiçbir zaman etmemişimdir, etsem de tutmamıştır.
Oğlanlar ilk kez bilardo salonuna girdi, ben de orada rastladığım bu kitabı karıştırdım. Tipik Maeve Binchy kitabı; elinde ıhlamur çayı battaniye altında uzanıp İkinci Bahar seyretmek gibi sıcak bir his.
Bu aralar bizdeki durum böyle.
Siz neler okuyor, neler izliyorsunuz?
TÜM YORUMLAR
Sanırım yabancı diziler hikayesini gerçeğe yakın karakterler ve mekanlarda anlatırken bizimkiler izleyicinin hayal dünyasına odaklanıyor. Ayrıca bir dizi tuttuğunda hemen varyasyonlarını çıkarıyorlar. Bıktırana kadar işliyorlar.
Bu arada Ahmet Ümit’i severim. Okuduğum kitabı görünce mutlu oldum.
Çok doğru bir tespit; eğlencemiz bile hayaller üstüne. Gerçeklikle ilişkimiz çok zayıf.
Ahmet Ümit’in okuduğum ilk kitabıydı Patasana, Maeve Binchy kitaplarını arada okumak iyi gelir bana da. Şu an İrfan Yalçın’ın Pansiyon Huzur adlı romanını okuyorum. Kitap paylaşımlarınızın bu yıl daha çok olmasını umuyorum, sayenizde ne çok güzel kitap/iyi yazar keşfettim. Sevgiler 🙂
Yeni kitaplar keşfetmiş olmanıza ne kadar sevindim anlatamam, yorumunuz için teşekkürler. Bu sene kitap okuma seyrim nasıl olacak ben de merak ediyorum 🙂
Çok garip okumalar yapıyorum bu ara arkadaşlarımın hediye ettiği kitaplar sağolsun. 🙂
Sen de bendensin desene 🙂
Patasana’yı okumuştum ve çok sevmiştim ben. Bir sayfanın bir tarafında geçmiş bir tarafında gelecek, bir binada farklı zamanlarda aynı noktada farklı insanların olayları gizemleri çok hoş gelmişti bana…
Sevgiler,
Sevgiler
Bir diziyi sevmem için önce senaryonun beni çekmesi lazım, sonra oyunculuklar ve çekim teknikleri. Açıkçası bu yaratılan parıltılı ışıltılı dünyalardan hiç haz etmiyorum 🙂
Ahmet Ümit’in gerçekten çok kıvrak bir kalemi var. Kendisiyle 2014 yılında Bumerang sayesinde söyleşiye katılma şansım olmuştu, hatta blogda uzun uzun yazmıştım. Saatlerce konuştu ve hiç sıkılmadan dinlemiştim. Evet bazı kitaplarını da okudum ama polisiye yazmasaydı daha çok okurdum. Çünkü polisiye nedense hiç sevemediğim bir dal. Ne sinemada ne de edebiyatta.
Zevkler işte 🙂
Ahmet Ümit’le ilgili yazınızı okuyayım arşivden 🙂 İstanbul Hatırası ve Kavim ustaca yazdığı romanlardır fikrimce; kalanlarda hep bir ”olmamışlık” tadı alıyorum.