Medeniyetin Arşa Çıktığı Coğrafya 4- Stockholm

Ekim 9, 2024
110
Views

Çalışkan öğrenciler olarak Oscar’ın tavsiyesine kulak verip feribota atladık ve Vasa müzesine erkenden giriş yaptık.  Burayı ”Ne işimiz olur gemiyle?” deyip elemiştik . Tek bir gemi için müze yapmak nedir Allasen? Bu adamlar sahiden ağır işsiz filan diye atıp tutuyordum içimden. Elbette Vikinglerin torunları gene sağ gösterip sol vurdu. Vay anasını sayın seyirciler! Vasa benim için bir aydınlanma oldu.  Takıntılı olmak kötü bir şey olmayabilir mi tövbe haşa?

Bakın şimdi olay ne: 1626’da İsveç Kralı diyor ki ”İtibardan tasarruf olmaz. Bana öyle bir gemi yapın ki eşi benzeri olmasın” (Allah’ım ne kadar tanıdık!)

Yüzlerce kişi 2 yıl uğraşıp Vasa’yı yapıyor. Aerodinamik filan hak getire. Kralın gözüne giricez diye -kim bilir ne paralar dönmüştür o inşaatta- abartıyorlar da abartıyorlar. 30 sağa 30 sola 60 küsur top koyuyorlar ana gövdeye. Altın varaklı heykeller, Zeuslar- Poseidonlar- Herküller havalarda uçuyor.

Dev gemi, 10.08.1628’de alkış kıyamet suya indiriliyor ve 1-2 kilometre bile gidemeden gemi yan yatıyor, top kapaklarından su alıyor ve batıyor! Acaba o sırada kralın yüzü ne haldeydi? ”Mağrurlanma padişahım senden büyük Allah var” diyen olmuş muydu? Vasa’nın sular altındaki hayatı o gün başlıyor ve yüzlerce yıl devam ediyor ta ki 1957’ye kadar.

Anders isminde obsesif bir İsveçli gemi enkazlarına kafayı takıyor ve yıllarca denizde enkaz arıyor.

Anders Franzén daha henüz bir çocukken Stokholm takımadalarındaki gemi enkazlarına hayrandı. 17. yüzyıl belgelerinde yer alan bilgilerin rehberliğinde Franzén, 1954-1956 yıllarının yazlarını, deniz motoru tarafından deniz dibinde sürüklenen borda kancaları kullanarak Vasa’yı aramaya harcadı. 25 Ağustos’ta Franzén ile dalgıç Per Edvin Fälting birlikte Beckholmen gemisini aradıkları sırada borda kancası meşe ağacından yapılmış büyük bir nesneye takıldı. Vasa bulunmuştu!”(Kaynak)

1951-1961 yılları arasında olağanüstü bir mühendislik / teknisyenlik ve bilim kullanılarak tam 333 yıl sonra Vasa suyun altından TEK PARÇA  olarak çıkarılıyor. Yumurtaya can veren Allah’ım, insanoğluna da ne hırslar ne arzular vermiş; gel de hayran olma.  Şöyle şahane bir yazı buldum bilginize.

 

İşte böylece bilim insanlarının ahşabı korumak / bulunan cesetleri mumyalamak/ gemiyi birleştirmek için yaptıkları müthiş işlerin her aşamasını belgeleyip , görselleştirip harika bir müze yapmışlar. Öyle ki biz iki Orta Doğu’lu kadın kalkıp orayı gezmeye gittik ve tam anlamıyla büyülendik. Neredeyse her dilde bir de video gösterimi vardı; insan gerçekten hayret ediyor; bu nasıl bir azimdir, sistemdir, tarihi korumaktır?

Vasa’dan sonra yürürken çok tatlı bir kafe gördük. Ağaçlar altındaki masalar o kadar davetkardı ki… Kahve ve ev yapımı havuçlu kek alıp oturduk, dinlendik, başka bir boyutta olmanın tadını çıkardık. Sonra da bu harika resimleri çektik.

 

Vasa’nın olduğu bölgede pek çok müze vardı ama giremedik. Yine feribotla ana karaya dönüp City Hall’a  (Belediye Binası mı oluyor? )yürüdük. Güzelim bahçenin, sarmaşıkların tadını çıkardık ve trende tanıştığımız Çinli çiftle karşılaştık 🙂

Ertesi gün memlekette olacağını fark eden biz 🙂

City Hall’dan şehrin görünüşü

Evet, her güzel şeyin sonu var. Ertesi gün dönüş yoluna koyulacağız. Yapacak bir şey yok. Otele döndük, ben çayımı alıp Hilton’un lobisinde kitap okudum. Kardeşimle yazıştım.

Ertesi sabah övülmelere doyamayan ve o gün açık olan (Pazartesileri resmi müzeler kapalıymış) Fotoğraf müzesine gittik. 50 küsur euro ile yediğimiz ikinci büyük gol de burası oldu. Koskoca Louis Vitton’un sponsor olduğu Uzak Doğulu sanatçı (!) poşet vb giymiş, abuk subuk fotoğraflar çekmiş. Bunu da sanat diye yutturmuş. Yalnız muhteşem bir restoranı vardı ve o parayı ödemeden restorana girilmiyor a dostlar.

 

 

Lakin doğum-annelikle ilgili bir sergi vardı ve şu resmin önünde kalakaldık:

Kucağında minicik bir bebekle yapayalnızsın, vücudun geri dönüşsüz şekilde deforme olmuş, nasıl unutulur o anlar…

Uçuş öncesi son durağımız Royal Palace. Bileti aldık ama girişini bulamadık 🙂 Hemen önümüzdeki dümdüz kapıdan geçip sarayın bahçesine çıkacakmışız. Nöbet teslimindeki askeri törene denk geldik ama her şey o kadar turistikti ki pek etkilenemedik. Töreni yöneten kerli ferki asker müze dükkanından bahsetti 🙂 Magnet almadan gitmeyin diyecekti neredeyse. Bu arada ben tek bir Stockholm magneti ve 4 tane kupa aldım, onun dışında bir çöp bile alamadık. Tek magnet 7 euro filandı. Kuzey ülkeleri gerçekten pahalıymış.

Tarçınlı bir çörekleri var, gerisi de böyle.

 

Stockholm benim zihnimde sıcacık kafeler şehri olarak kaldı. Neredeyse her mekan çok tatlı görünüyordu; bende saatlerce oturma arzusu uyandırdı.

Dönüş yolu sorunsuzdu. Hilton’un resepsiyonunda Macar asıllı genç bir görevli vardı ve ”Cebimde küçük bir elma var” gibi bir cümle kurdu; ben Türkçe bildiğini göstermek istiyor sandım meğer cümle Macarcaymış! İki dil arasında epey benzerlik varmış. Valizimizi alıp mahzun mahzun yola koyulduk. Havaalanına giden Arlanda Expres biletleri kişi başı 32 euro gibi bir rakamdı. Biz hiçbir şey sormadan tatlı bir görevli yanımıza gelip iki kişilik bilet alırsak epey tasarruf edeceğimizi söyledi. Çok hoş bir hareketti.

 

Benim fincanlar

Özetle çok güzeldi, rüya gibiydi. İyi ki gittik. Döner dönmez başımıza açılacak işleri bilmeden keyifle gezdiğimiz için aferin bize 🙂

Kategori:
Günlük · Seyahat

TÜM YORUMLAR

  • Çok güzel bir gezi olmuş, insan gezdikçe hem aydınlanıyor hem de neden bizde yok diye hayıflanıyor.
    Fırsat buldukça kaçıp kaçıp gezmek lazım.
    Devamını da bekleriz, sevgiler 🥰

    Evde Yazar Ekim 15, 2024 9:35 am Yanıtla
    • Seda Sayan gibi, çıkıp çıkıp gezin diyesim geldi. Kesinlikle, başka coğrafyalarda geçirilen her günün bünyeye faydası var.

      Aydınlık Yüz Ekim 21, 2024 10:14 am Yanıtla
  • Merhaba, geziniz, anlattıklarınız,fotoğraflarınız çok güzel. paylaştığınız arkitera sitesinin linkinden şahane yazıyı da okudum.Hayatımı zenginleştirdiğiniz için teşekkür ederim.Hoşgeldiniz.

    deniz Ekim 17, 2024 1:35 pm Yanıtla
    • Hoşbulduk Deniz 🙂 Bu yorumlar da biz yazarların hayatlarını güzelleştiriyor, yazma isteğini artırıyor. Ne güzel içerikler var internette, arayıp bulmak lazım değil mi?

      Aydınlık Yüz Ekim 21, 2024 10:13 am Yanıtla

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir