Medeniyete doyamayan Edi ile Büdü’nün sıradaki durağı Stockholm. Önce otobüs. En öne oturduk ve göz alabildiğine boş araziler görmenin hazzını hatırladık. Trene aktarma yapmadan önce hem geç kalan hem de interneti olmadığı için biletini şoföre gösteremeyen 18-19 yaşındaki bir kızın otobüse binip akbil ister gibi internet paylaşımı istemesini karışık duygularla izledik.

Daha pahalı koltuk alıp rahat rahat yedik içtik. Çok güzel bir coğrafyada, huzur ve sessizlik içinde yaşayan ve elbette bunun hiç farkında olmayan İsveçlileri çok ama çok kıskandık. Kitap olarak Calvino’yu neden götürdüm? Çünkü ben ödev yapmayı seven, inek öğrenciyim ve Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu, kitap kulübünün eylül ödevi .
Biliyorsunuz ki Edi ile Büdü enflasyonun yüzde bilmem kaç olduğu bir ekonomide yaşıyor ve dükkandaki ürünü 6 ay önceki döviz kuruyla almış esnaf ”Pazartesi zam gelecek abla. Bugün 2000 lira ama haftaya 3000 liraya alamazsın bu malı” diyebiliyor. Edi ile Büdü, ”İyi de senin dükkanında rafta duran ürün niye dolar kuruna bağlı?” diyemiyor ve sürekli alışveriş yapmak zorunda hissediyorlar. (Çocuğunun diş tedavisi bu ay 50.000 lira ; yaptırmalısın çünkü bir hafta sonra 60.000 lira olabilir. ) Özellikle Edi’nin para algısı tamamıyla bozulmuş durumda.
İşte bu yüzden Hilton’da kalmaya karar verdik. Battı balık yan gider! Seçenekler içinde Hilton ismini görünce içimde Yeşilçam filmleri canlandı. İlk golü de bu seçim sebebiyle yedik; en çok dikkat ettiğim şey olmasına rağmen rezervasyona kahvaltıyı dahil etmediğimi ve yatağın 140 santimlik çift kişilik yatak olduğunu öğrendik ve baba tarafından Doğulu olduğuna emin olduğumuz resepsiyon memuru hem kahvaltı hem yatak için extra para ödememiz gerektiğini net olarak belirtti. El mecbur ödedik. Bari ön cepheden Stockholm manzaralı oda vereydiniz ! Arka cephede, apartman manzaralı bir odada konakladık. (Yine de mermer küvet vb ile Hilton hissini yaşadım)Bir de utanmadan paralı su koymuşlar; resmen rezalet 🙂

Kaynak suyu 3,5 euro civarında
Moralimizi bozmadık; taa nerelerden, nice engeli aşıp gelmişiz. 50 euro fazladan ödedik diye yıkılır mıyız? şerbetliyiz 🙂 diyorum kızım anlamıyor musun? Yükümüzü odamıza bırakıp kendimizi yollara vurduk. Yorulana kadar yürüdük ve Holiday isminde bir bara oturduk. Masamız dışarıda, kaldırım üstündeydi. Gelen geçenin kıyafetini-çantasını yorumladık, İsveçli itfaiyecileri dikizledik, yaşları bizim oğlanlardan az büyük cüsseleriyse iki kat olan sarı çocukları gözlemledik.

Hilton’un ön cephesinden manzara

İşte Hilton kahvaltısı:) Olağanüstü bir şey yok. Bol bol taze portakal suyu içtim. Gözümüzün önünde omlet yapan, güler yüzlü Afrikalı abiye mantarlı-ıspanaklı- soğanlı omlet yaptırdım. İkinci sabah, yan masada oturan bir Türk beyefendi ile takıldık. Hoş bir rastlaşma oldu.
Ertesi sabah tur grubu ve rehberimizle buluşmaya yürüyerek gittik. Otelin en iyi yanı konumuydu. Pek çok yere yürüdük – Bilin bakalım yürümeyi kim istedi?-
Gökkuşağı renkli şemsiyeleri ile 3-4 rehber meydanda bekliyordu. Hangisi bizimki diye panik yapmaya gerek yok; mevzu tamamen konuştuğun dil. İngilizce grubunu kolayca bulduk. Rehberimiz Oscar anadan İsveçli babadan İngilizmiş veya tam tersi. İngiliz edebiyatı okumuş, gezmiş dolaşmış sonra bizim hesap 8-6 çalışacak değil ya, gelmiş GSMH’nın en yüksek olduğu mis gibi ülkeye, bulmuş kendine göre keyifli bir iş. Köpeği varmış ve elbette ona çok bağlıymış. Sakın kadınlara bağlanmayın olur mu? Varsa yoksa kedi-köpek sevin.
Oscar öğretmen olmalıymış çünkü sözlü yapmayı pek seviyor. Önce İsveç markalarını sordu. HM, Volvo, Ericson, İkea gibi pek çok şey saydık ki HM’nin onların markası olduğunu o gün öğrendiydik zaten. Dahiliye hocası gibi ”Başka?” deyip duruyor. Memnun edemedik kendisini. Meğer Spotify dememizi istiyormuş 🙂 Sordu da sordu. İsveç’in gelir kaynakları, mitolojisi, tarihi, kralları. Aslanım, biz daha Türkiye’de kaç il var sorusunun cevabını bilmiyoruz, koca İsveç’in nüfusu İstanbul’un yarısı kadar, tek derdin karbon ayak izi- çevrecilik, Greta Gürnberg vs. Sen gel de Zincirlikuyu metro istasyonunda bekle bakalım. Ondan sonra sor sorularını.

Umarım o günkü hasılatı yeni bir çift ayakkabı almak için harcamışsındır Oscar.
Oscar’cığımız anlattı da anlattı. İngilizce konuştuğu için ara ara kopsam da aklımda kalanlar şöyle:
-Köfteyi Türklerden öğrenmişler 🙂
-Bir ara İsveç-Norveç-Danimarka birleşip krallık kurmuşlar fakat yıllar içinde Danimarkalılar oyunbozanlık yapıp birliği dağıtmış. Başka bir şeyler de olmuş, savaşlar vs ama net olarak Danimarkaya gıcık olma durumu var; ülkede ters giden her şeyden Danları sorumlu tutuyorlar hatta Oscar ne dese beğenirsiniz? İkea’daki tüm ürünlerin isimleri İsveççe iken bilin bakalım hangi ürün grubunun isimleri Danca imiş? Halıların! Yuh!
İsveçliler kimleri seviyormuş peki? İtalyanları 🙂 Bol bol pizzacı olmasından anlamalıydık.
Biraz Google’dan bakayım dedim ve bingo! Buyrun okuyun, yazıya bayıldım 🙂
- Viking meselesi çoğunlukla efsaneymiş. Hele o boynuzlu miğferler vs tamamen uydurmaymış.Büyük erkek çocuklar tarlalara sahip çıktığı için daha küçükler rızkını denizde aramak zorundaymış. Yağma, işgal vb işler yapan vikingler sonradan moda olmuş. Nitekim biz de o kadar hevesli olmamıza rağmen Vikinglere dair bir müze gezemedik 🙁
- Efendim, İsveç aşırı soğuk olduğundan mı, erkekleri isotu keşfedemediğinden mütevellit doğum hızı düşük olduğundan mı anlamadım (Bildiğiniz gibi bazı vatandaşlarımızın tavşan gibi üremesini isota ve mesir macununa borçluyuz) bunlar habire sağa sola haber yollayıp adam çağırmışlar. Napolyon’dan general isteyip ülkeye kral yapmışlıkları var.
İşte bu minvalde Alamanya’dan da demirci ithal etmişler çünkü çok zengin demir madenleri varmış. Güçlü kuvvetli Alman demircilerin nüfusları ve nüfuzları arttıkça İsveç kralı bilmem kim bunlara gıcık olup ”pencere vergisi” koymuş. Ne kadar çok penceren varsa o kadar çok para ödeyecekmişsin. Almanlar bunu yer mi? Pencereleri tuğla örüp kapatmışlar ama dışardan çirkin görünmesin diye güzelce boyamışlar. Üstteki resimde camlar sahte, dikkatle bakın.
Yine çok ünlü bir Alman demirci ölünce adını bir caddeye verelim diye baskı yapmışlar . Kral da uyuzluk olsun diye bir kişinin zor geçtiği daracık bir tünele adamın ismini vermiş ve bugün Stockholm’ün en çok ziyaret edilen yerlerinden biri bu sokak 🙂
-İsveç’in Spartaküs’ü bile var. Adını unuttum. Oscar, heykelinin dibinde uzun uzun anlattı .
- Stockholm’de Finlandiyalılar da yaşamış, kiliseleri bile var ve ünlü bir mimarları böyle bir heykel yapmış. Dolunay ışığı ile parlıyor muymuş ne oluyormuş orayı da kaçırdım (Heykelin yer aldığı bahçenin ve kocaman ağaçların tadını çıkartmakla meşguldüm) ve Google görsellerde arattığımda şok oldum; meğer bu minik bir çocuk heykeliymiş! Hiç anlamamışım o kısmı. Şans getirdiğine inanılıyormuş vs. İnsanoğlunun kesinlikle mucizelere, sihre, açıklanamayacak bazı şeylere ihtiyacı olduğunu bir kez daha anlamayalım da ne yapalım?

Finlandiya kilisesine gelen yaşlılar. Bizimkileri düşündüm de… Neyse, anladınız siz.
- FİKA bir İsveç geleneğiymiş ve sadece kahve molası anlamına gelmiyormuş. Fika sırasında iş-güç konuşmak yasak. Molaya çıktığın insanla şahsi şeyler paylaşman, yakınlık kurman bekleniyor.
- Stockholm kışın o kadar soğukmuş ki İsveçliler hayata küsermiş. ”Siz bizi bir de kış mevsiminde görün” dedi Oscar. Kimse kimseye selam bile vermezmiş. İntihar oranının yüksek olduğu da doğru değilmiş.
- Veri gizliliği çok önemsenmiyormuş. Maaş, adres, telefon vb tüm bilgileriniz arama motorunda çıkıyormuş. Hey gidi hey, ne sapığınız var ne dolandırıcınız demek ki. Anladık biz.

Minicik bebelere maraton düzenlemişler. Onları izlerken, çocuklara verilen değeri, güzelim parkları da görmüşken birazcık hüzünlendiğimi ve ağladığımı itiraf ediyorum.
Oscar’la tur, Gamla Stan meydanında sona erdi. Rehberle gezmeseydik ne boyalı pencereleri görürdük, ne Aya Bakan Çocuk’u, ne binalardaki demirden ağırlıkları. Yani siz siz olun yabancı bir ülkede rehberle gezmeyi kendinize şiar edinin.
Çalışkan öğrenciler olarak Oscar’a ”Mutlaka görmemiz gereken yerler”i sorduk ve bizim hemen elediğimiz Vasa Müzesi’ni ilk sırada söyleyince bayağı şaşırdık. Öğleden sonramızı Vasa’ya ayırdık ve ne iyi yaptık 🙂 Harikaydı dostlar (Sonraki yazıda anlatacağım)
Şehir turu sırasında rehberimizin ”En sevdiğim bar çünkü alt katta telefon çekmiyor ” dediği Wirströms Pub’ın resmini çekmiştim (Kaçar mı benden?) ve akşam oraya gittik. Alt katta, mağara benzeri minik odaları olan gerçekten ”YEREL” bir mekandı ve çok sevdik. İsveç köftesini bir de anavatanında yemeyelim mi? Alkolsüz zencefilli biraya da beş yıldız verdik.
Stockholm’deki ilk günümüzü bir fotoğrafla özetlersem:
Bir yazı daha yazacağım, sonra bitiyor, söz.
Not: Game Of Thrones izlenecek. Bu kış yapılacaklar listeme ekliyorum.
TÜM YORUMLAR
Her yazıda çıtayı daha da yükseğe çekiyorsun maşallah 🧿🥹🥹 yazmasaydın yarısını hatırlamazdım
Herhalde bu yazma kısmını da gezmek kadar seviyorum 🙂
İyiki yaziyorsunuz Elif hanım. Nice güzel seyahatlerinizi okumak da dilegiyle
İnan gezen insan da unutuyor çok kısa sürede. Günler çok dolu, çok hızlı. Şaşkınım Aliye. Sen nasılsın?
Bu pencere vergisini bizimkiler duymasın 🙂
Enerjisi yüksek bir gezi olmuş ve okuması çok keyifliydi. Bir gün İsveç’e gidecek olursam bu yazı dizisini kesin tekrar ziyaret ederim 🥰