İlk gün listemizdeki her şeyi, hem de fazlasıyla yapınca bize bir gevşeklik geldi. İkinci güne ayarladığımız yürüyüş turunu iptal edip Radisson’un açık büfesinde uzun uzun kahvaltı yaptık. O sırada ”Bu Norveçliler niye telefona bakmıyor? Uzak doğulular niye böyle sinir bozucu? Şu güzelim Norveçli kızın yanında bu eciş-bücüş adamın ne işi var? ” gibi gayet kızsal muhabbetler yaptık çünkü kız kızayız, açık büfe kahvaltıdayız ve elbette kadın-erkek ilişkileri, aşk-meşk muhabbetleri yapmak zorundayız.
Kahvaltı sonrası sisli ve soğuk bir havada gezimize başladık . Önce güzel bir takıcıya girip bir sürü küpe aldık. Royal Palace ilk durağımız olacaktı fakat tadilattaymış. Bahçesinde dolaştık, ağaçlara hayran olduk ve tabana kuvvet yola koyulduk. Hedefimiz ”Heykellerin olduğu park”a gitmek. Az sonra hayatım boyunca gördüğüm en etkileyici açık hava müzesi ile karşılaşacağımdan habersizim. Parkın adını bile bilmiyorum; Bahar o kadar araştırıp bulmuş, bir de ben niye yorulayım? Oslo’nun sakin, sessiz sokaklarında, sarmaşıklarla kaplanmış şahane binalarını seyrede seyrede, 65 yaş üstü teyzeler gibi, her gördüğümüz ağaca-çiçeğe hayran ola ola, kurutmalı çamaşır makinesi mi ikisi bir arada olan model mi tartışa tartışa yürüdük de yürüdük. Haritalarda 25 dk görünen yolu biz 45 dakikaya uzattık çünkü yolda şehir kütüphanesini ve Norveç’in meşhur yazarı Ibsen’in evini gördük. Maalesef müze giriş ücretleri 25-30 euro arasında olduğu için müzeye giremedik fakat kütüphaneyi gezdik. Medeniyeti bir de kitaplar arasında içimize çektik.
Bir saatlik yürüyüşe meşhur kahveci Tim Wendelboe‘da vereceğimiz kahve molasını düşünerek dayanmış olabilirim 🙂 İçimden de diyorum ki ”Allahım, inşallah bu kadar yol geldiğimize değer. ”Arada önümüze ufak tefek heykeller çıkınca ”Eyvahlar olsun, burası mı yoksa?” diye geçiriyorum içimden. O kadar yorulmuşuz, beğenmemiş gibi de yapamam 🙂
Nihayet geniş, ormanlık bir alana geldik. Okul var, çocuklar oynuyor filan. Herhalde öğretmen olan bir bey çayırlarda geziniyor. Parka nasıl gidildiğini ona sorduk, eliyle işaret ede ede anlattı. Son bir gayret yürüyüp parkın arka kapısına ulaştık (Bir noktada yolu kaybetmiş olmalıyız) ve bingo! Bu yaşa kadar böyle bir yerin varlığından nasıl haberim olmadı benim???
Buyrun: VIGELAND PARK!
Evet arkadaşlar, insanoğlu bu kadar muhteşem:) Lütfen linkteki tüm fotoğraflara bakın ve Prof.Dr.Sevcan Akesi’nin harika yazısını okuyun , çok rica ediyorum, Vigeland Park’a herhangi bir yer muamelesi yapmayın . Orada ben, insanlığa ve ülkeme dair umutlarımın yeşerdiği bir an yaşadım; yetmez mi? (Sırf bunun için Oslo’ya tekrar gidebilirim. )
Parkta kaç saat gezindik bilmiyorum. Ortalıkta ne bir güvenlikçi, ne uyarı tabelası… Herkese açık, ücretsiz devasa bir ormanın ortasındayız. Kimi spor yapıyor, kimi köpek gezdiriyor; hayat huzurla ve yavaşça akıyor. Şimdi neden hep kuzeye gittiğimizi anladınız mı? Biz kaostan çok yorulmuşuz. Evden markete gidene kadar elli şekilde duyularımızın taciz edilmesinden, bağrış çağrıştan, korna ile iletişim kuran saygısız sürücülerden, yol ortasına park edilmiş arabalardan, çöple dolu sokaklardan, ses açık maç-dizi-klip- shorts izleyenlerden illallah etmişiz. 5 günlüğüne de olsa beş duyumuzu dinlendirmeyi kazanç sayacak hale gelmişiz.
Bunları düşüne düşüne, yorgun ve mahzun ana kapıdan çıkınca kendimizi tramvay durağında bulduk. Neyse ki tramvaya bindik 🙂 Cevval arkadaşım hala yürüyelim diyordu ; duymazdan geldim. 10 dakikada kahvecimiz Wendelboe‘ya geldik. Tatlış ve sıcacık bir mekan, güzel bir kahve , kremalı-meyveli bir pasta hayal ederken sadece kahve satan, daha çok al-götür tarzı, sapsade bir kafe ile karşılaştık. Çok yorulmuştuk, oturup kahvemizi içtik ve gerçekten güzeldi.
Sonraki hedefimiz her türden restoranın olduğu kocaman bir yemek alanı : Mathallen Oslo. Kafeye yakındı, yürüyerek, sağa sola bakınarak alana ulaştık ve 2 saate yakın oturup yemeğimizi yedik, dinlendik. Buraya bayıldık. Etrafta öğrenci yurtları olduğu için her keseye uygun bir sürü seçenek vardı. Çok şık mekanlar da gördük. İnşallah bir dahaki sefere 🙂
Akşamı geçirmek için yine bir bar ararken (Alkol sevdiğimizden değil, o saatlerde sadece oralarda oturulduğu için) çok şık bir restoranın girişinde duran bir bodyguarda adres sorduk ve önerdiği yere gittik ( Adamla biraz lafladık ve Pakistanlı olduğunu öğrendik). Dinlenme, sohbet- muhabbet sonrasında otele dönüp yattık.
Oslo’daki ikinci günümü bir fotoğrafla özetlersem:
Oslo böyleydi işte, çok çok güzeldi. Fırsatını bulursanız gidin; başka türlü de yaşanabildiğini görmek insana iyi geliyor 🙂
TÜM YORUMLAR
Çok iyi geldi bu yazı bana, şahaneydi 🥰 Umarım ben de bir gün kuzey ülkelerine gider böyle güzel anılar biriktiririm
Umarım 🙂 Sevgiler