Ufak tefek telaşlarla, sıkıntılar ve heyecanlarla günler geçip gidiyor. Leros’a gideli 1 ay oldu bile. Yakında başka seyahat planımız yok. (Keşke olsa) İşe gelip gidiyoruz, oğlanlar geç vakte kadar uyuyor. İş çıkışı pek sağda solda takılmadan eve dönüyorum. Sıcak iyice bastırdı. 2-3 kez Kadıkalesi’nde (Pitos Cafe-Bar’ın önünden giriyorum. Sakin bir işletme. Bangır bangır müzik yok. Harcama limiti vs diye başıma dikilen de olmadı henüz), bir kez Ortakent’de denize girdim; faciaydı. Bir daha gitmem. Gürültü, patırtı, vıngır vıngır insan.

Vazgeçmeyip sıkı sıkı sarıldığınız geçmişiniz ve yükleriniz sizi ” özel” yapmıyor sadece daha üzgün biri yapıyor demiş yazar. Ne güzel söylemiş.
Aşırı sıcaklar yürüyüş yapmama müsade etmiyor. Evde yarım saatlik egzersizlere devam. Diyet işinde de istikrarlıyım. Kendimle gurur duyuyorum. Kalori saymıyorum fakat unsuz-şekersiz beslenmeye gayret ediyorum. Ekmek uzun süredir yok. Sadece glutensiz ekmek veya karabuğday patlağı tüketiyorum. Fiziksel-ruhsal iyi hissediyorum. B ve D vitamini, balık yağı ve magnezyum içiyorum fakat kesinlikle abartıldığı gibi ”Mucizevi” etkileri yok. Hatta saçım aşırı dökülüyor. Vitamin fanatiklerine kanmayın arkadaşlar.
Instagram uygulamasını tekrar yükledim ve tabii ki reels bataklıklarında boğuluyorum ama ne güzel hesaplar var. İlham veren, gönlümü okşayan, içimi açan. Şu görseller ne kadar huzur verici:
Bir süredir Migros’ta canım gazetem Oksijen’i bulamıyordum. Önceki gün rast gelince hemen kaptım ve mest oldum. ”Dünyayı acelesi olan yaşlı adamlar yönetiyor” ve ”Yapay Zeka” başlıklı iki makaleyi kesip evdeki mantar panoya astım. Bir de bunu elbette:
Unutmadan,Oksijen sayesinde yeni bir yazar keşfettim: Peter Frankopan. Tarih alanında ”Yıldız” muamelesi yapılan bu adamın Türkçe basılmış kitaplarını almak farz oldu. Bizler kira ödemek-karın doyurmak kısır döngüsünde debelenip dururken adamın teki Bizans diyor, İpek Yolu diyor, Koç Üniversitesi ile sürekli bağlantıdayız diyor. Vay arkadaş…
Yeni yazar demişken Elif Şafak’ın yeni kitabı çıkmış. Henüz Türkçe’ye çevrilmemiş. Gökyüzünde Akan Nehir gibi bir adı var. Yine Grange ustanın da yeni kitabı yayınlanmış. İnşallah son kitap gibi değildir.
Max, 2 gün sonra gidiyor. Bu sene çok alıştık. Veda etmek zor olacak.
Çocuklar büyüyor. Hem de nasıl büyüyorlar; insan hayret ediyor. Geçenlerde Eren’in arkadaşının doğumgününe çağrıldık. Emre de gelmek istedi. Kazakistan’lı bir anne-kız vardı davetli. Gözleri epey çekikti. Emre bana fısıltıyla ” Bu Çinliler burada ne arıyor?” diye sordu.
Turgutreis’de çok tatlı bir kitapçı-sahaf var: Yoltaşı Kitabevi. Bu yaz epey bir etkinlik düzenlemişler. Murat Gülsoy ve Ayfer Tunç söyleşilerine gidebildik . Murat Bey epey profesyoneldi; yazmakla ilgili deneyimlerini-fikirlerini aktardı ama Ayfer Tunç tam bir fiyaskoydu. İlkokul 1’de okuduğu Doğan Kardeş’lerden başlayarak 60 yıllık yaşamını anlattı. Hiçbir detayı atlamadan hem de. Sıkıntıdan isilik döktük ve son 10 dakika dayanamayıp çıktık.
Kitapsever arkadaşım Müşerref sayesinde oldukça kalabalık bir okuma kulübüne dahil oldum: Kitap Ağacı Devri Alem. Çevrimiçi buluşan grupta 500-600 kişi var. 2027 kitapları bile belli . Çevirmenler, editörler gibi daha teknik konulara hakim kişiler olması beni ikna etti. İlk kitabımız Kırmızı Buğday.
7 eylüldeki buluşmaya yazar da katılacakmış ve ben Deli İbram Divanı‘ndan beri Ahmet Büke’nin hayranıyım. O gazla bile bu gruba katılmış olabilirim.
Özetle 2025 yazı okuyarak, yazarak, izleyerek ve günlerin tadını olabildiğince çıkararak geçiyor. Şükürler olsun.
Dept Q‘ya bayıldım! Baş karakterlerden biri Ekrem adında Suriye’li bir mülteci.