Görsel Google’dan |
Blog yazma süresi uzadıkça insanın dönüp arşivine bakası geliyor. En azından benim öyle. Arada sırada geçmiş yazılarımı okuyorum. 340 tane yazı yazmışım. Hepsi birer sayfa desek 350 sayfalık bir kitap olurmuş.
Benim blogum kişisel günlük tarzında. Ağırlıklı olarak okuduğum kitaplar ve gündelik hayat deneyimlerimden oluşuyor. Emre 3 aylıkken başlamıştım; doğal olarak çocuk büyütmekle ilgili pek çok konuda yazmışım.
Bazı yazılarımı çok seviyorum, ”vay be ne güzel yazmışım” diyorum. ”En sevdiğim şudur” demek kolay olmasa da galiba 9 eylül 2014’de yazdığım bu yayınımı ayrı seviyorum:
Cihan Aktaş Kadınları İle Hasbihal
Fıstık ağacındaki evin hamarat hanımı; bugün sen varsın aklımda. Siyasi nedenlerle Almanya’ya kaçan kocasının peşinden gidip oraya bir türlü ısınamayan , kendini feda ettiğini bile fark edemeyecek kadar görev bilinci ile dolu nice yurdum kadınlarından birisin biliyorum. Orta boylu, hafifçe kilolu, sağ kolunda iki altın bilezik, pazardan alınmış penyeler ve eteklerle kendince şık, derli toplu, tertemiz. Dava adamı kocan o vaazdan bu sohbete , buluşmalardan tanışmalara koştururken sen yabancı bir ülkede yabancı duvarları ev kılma derdindesin. Komşularını özlüyorsun, birlikte börekler, mantılar açtığın, kısırlar baklavalar yaptığın komşularını. Göç tarihinden geriye sarıp sarıp zamanı, ayrıntıları tekrar düşünüyorsun, kahve fincanından çıkarılan kehanetleri, yakınlarının sözlerini. Tanıdık bir sese hasret geçiriyorsun yıllarını. Yürüyüş yapmanı tavsiye ediyor doktor ve sen düşünüyorsun ”Gidecek bir yerim yoksa ne kadar yürüyebilirim? ” Sandıklarda, divan altlarında çürümeye terk edilmiş çeyizlerin için kederleniyorsun. Biliyor musun ben de yeni anlıyorum, o çeyizler gençlik hayalleriymiş insanın. Gördüğümüz düşlermiş, insanlara inandığımız, geleceği ışıklı bir yol sandığımız altın zamanların elle tutulur haliymiş çeyiz dediğimiz. (FISTIKAĞACINDAKİ EV)
Onlarca hikayesini okumuşken Cihan Aktaş’ın, unutamadıklarımdan biri de sensin Dağınık Dünya’nın dağınık hanımı. Bir türlü toparlayamadığın kütüphanen, bulaşık yığılı mutfak tezgahın, albümlere yerleştirilemeyen fotoğrafların, yatılı misafir gelecekse ancak girişebildiğin büyük temizliklerin, ”Önce bir çay içeyim” duygun, çocuğuna yemek yedirirken koltuğa kanepeye bulaşan yemek artıkların ile bana çok yakınsın. Tam temizliğe niyetlenmişken aklına bir cümle geliyor, işi gücü bırakıp o cümlenin geçtiği kitabı arıyorsun. Kendini ev hanımı olarak görmek, kabul etmek istemiyorsun ama biliyorsun ki gerçek bu. Darmadağınık beyninle, ruhunla, evinle, yaşamıyorsun da sürükleniyorsun çoğumuz gibi. (DAĞINIK DÜNYA)
Başkasına tercih edilmenin acısı içindeki genç kız seni de unutmadım. Ciddi, ağırbaşlı duruşunla, cinsiyetini saklayan kıyafetlerin ve erkeksileşmiş edan ile emindin onun seni seçeceğinden. Bir vapura binme telaşı sırasında gördün adanmaya hazır olduğun adamı, yanında ince, narin duruşlu, mor elbiseli, mizah dergisi satın alabilen, dikiş nakış kursuna giden gayet dişi duruşlu bir kızla. Öylece kalakaldın, bir an yanlarına gidesin geldi, unuttuğun bir şey vardı sanki..Unutulmuştun, görmezden gelinmiştin; lafa gelince mangalda kül bırakmayan icraate gelince annesinin beğendiği kızlarla evlenen çelişki dolu bir adam tarafından. ( SEÇİLEN)
Bir sabah erkenden oğlunu kaptığı gibi kendini parka atan tombul genç anne, sen de varsın sohbet masasında. Şişmanladıkça şişmanlayan, titiz, çocuğuna kocasına düşkün gencecik bir kadınsın. Eşin artık beğenmiyor seni. Laf bile sokuyor kilolarınla ilgili. Bir de huysuz görümcen var, evinizi sattırmaya çalışan, sinir bozucu, gıcık şey. Gene bir tartışma sonrası, çantanı ve oğlunu alıp çıkıyorsun. Yakındaki bir parka geliyorsun. Sen bu saatlerde uyursun genelde, Şaşkınlıkla izliyorsun sokaklardan, caddelerden akıp giden hayatı. Şen şakrak öğrencileri, görmüş geçirmiş yaşlı bir adamın çöp tenekelerini karıştırmasını,..Çantanda bir simit alacak para var sadece. Düşünüyorsun, bir çıkış yolu arıyorsun. Annene gitsen kızacak sana, ”Evine kocana ,sahip çık” diyecek. Hep böyle sorumsuzdu kocan, daha nişanlıyken bekletmişti seni bir keresinde saatlerce, Olsun, yine de iyi adamdır, oğluna da pek bağlıdır. Şimdi sana gereken sıcak bir çay, taze ekmekle hazırlanmış bir kahvaltı sofrası ve ”Aman boşver, elalem nelerle uğraşıyor, senin kocan onlarınkilere bakarak çok iyi ” diyecek birileri.. (PARKTA BİR SABAH ERKENDEN)
…..
Ah Cihan Aktaş hikayeleri! Yatılı okul kimsesizliğinin, kasabalı olmanın, gençliğin, saf duyguların, bir şeye gerçekten inanmanın, geleneklere kafa tutmanın, arayışların, bulduğunu sanışların, kadın olmanın ; galiba en çok kadın olmanın sayısız halini anlatır. Öyle içten, öyle sahici ,öyle hayatın içindendir ki mutlaka ”İşte, işte, bu benim” dedirtir insana. Kederlidir, hüzünlüdür. Bugünlerde tekrar elime aldım, unuttuğum hikayelerini okuyunca eski arkadaşlarla karşılaşmış gibi oldum. Fırata Adanmış Bir Ömür, Bal Festivali, Sihirli Karanfiller, Aile Fotoğrafı gibi öyküleriyle tekrar tekrar hüzünlendim, insanlığın kimsesiz , çaresiz nice hallerini hatırladım,
Çok seviyorum seni Cihan Aktaş. Çok. İyi ki varsın, iyi ki yazmışsın.
——————————————————————————————————————————–
Sizin var mı böyle çok seviyorum dediğiniz yazınız ? Paylaşsanız ne güzel olur.