Anneannemi geçen hafta covid19 nedeniyle kaybettik. Nüfus cüzdanındaki ismiyle İnci Ninemiz 92 yaşında öldü. Kendi anlatımına göre çok zayıf, incecik bir kız olduğu için annesi onu ”ince kızım” diye severmiş. Annesinin adı Hacer, annanesinin adı Asiye’ymiş.
1950’de annemi doğurduğuna göre 1930’larda doğmuş olmalı. Annemle birlikte yaşayan sekiz çocuğu olmuş ama annemden önce ölen bir kız çocuğundan bahsettiğini hayal meyal hatırlıyorum. Aralardaki düşükler, ölenler ile beraber en az on-on iki gebelik yaşamış olmalı.
Tabi ki o yılların buram buram yoksulluk dolu atmosferinde; inekten sağdığın süt, tarladan kopardığın sebze, değirmende öğüttüğün mısır-buğday ile beslendiğin yıllarda her şey çok zor olmuştur.
Anneannem katıksız bir Laz kadınıydı. Bazı Lazca sözcükler kullanırdı. Mesela ”guplas etmek” altını üstüne getirmek anlamına gelirdi. Evin içinde iş yapmaya alışkın değildi, güneş doğarken kalkıp ahıra gider, bir sürü ineği sağar, gübre atar, sonra o sütler kaynatılır, yoğurt/ çökelek/ peynir/ ayran/ tereyağ yapılır, ekmek pişirilir, tarlalarda kah tütün kah mısır kırılır, ekilir, biçilir, yevmiye ile çalışılır, fındık toplanır ve bu mesai yatana kadar sürerdi. Temmuz başında hayvanlarla beraber yürüyerek yaylaya çıkarlardı. Şimdilerin romantik yayla evleri gelmesin aklınıza. Resim bizim yaylanın gerçek resmi: Bu mavi kamyonet dedemindi, Leyland derdik ona, herhalde markasıydı. Dedem sütçülük yapardı, ev ev dolaşır , köylülerden süt alır, onları topluca satardı. Hatta ben de birkaç kez onunla süt toplamaya çıkıp her hanenin sahip olduğu kartlara o sabah kaç kilo süt aldığımızı yazmış olmalıyım. En küçük teyzem ve abimin ise baya baya sütçülük yaptığını iyi hatırlıyorum.
İnce Kız, kocasına asla adıyla hitap etmez, Sütçü diye çağırırdı.
Kamyonetin arkasındaki ev komşu teyze Şehri’nindi. Elektrik, su olmayan, gayet ilkel bir tuvalet barındıran bu tahta kulübelerin içi ekşi süt kokardı, alt katlarında ise inekler barınır ve gece şırıl şırıl çiş yaptıklarını duyardınız. Bizim ev yani annanemin evi bu evin hemen yanında ve çok benzeriydi. 10-15 yaş arasında birçok kez gittik yaylaya, bende ne kadar kalıcı bir iz bıraktığını bunları yazarken anlıyorum.
Annanem neredeyse 75 yaşına kadar her sene yaylaya çıktı. Her sabah mis gibi tereyağını yedi. Sabah erkenden kalkar, bol tereyağına peynir konup yumurta kırar, o peynir uzadıkça uzar , sobada pişmiş tepsi ekmeği ile hayatımızın en lezzetli kahvaltısını yapardık. Sonra yanımıza biraz ekmek peynir ve yemek alır, önümüzde inekler dağlara doğru çıkardık. Diğer komşularla birbirlerine uzun uzun seslenir ama pek buluşmazlardı. Annanem dırmaç dediği bir tür enli ip örerdi. Konuşur muyduk? Koca günü nasıl geçirirdik? Hatırlamıyorum. Akşam üzeri sis inerdi, eve dönülür, yemek yenir, gaz lambası ışığında bir-iki komşu ile muhabbet edilirdi. Vay arkadaş, sanki 1000 yıl önceydi herşey..
Biri erkek yedisi kız sekiz evlat, 22 torun, epeyce de torun çocuğu gördü. Her bayram annanemde toplanır, deli gibi kudururduk. Yengem, koca tencerelerle yemekler yapar, biz çocuklara ne kadar gürültü patırtı yaparsak yapalım hiç kızmazdı. Birileri hiç durmadan bulaşık yıkardı. Masallardaki sabun kokulu nineler gibi değildi ama kocaman bir ailenin parçası olduğumuzu bize hissettiren İnce Kız’ın etrafında toplanabiliyor olmamızdı.
Yedi kızından en çok Nevriş’e güvenir, Nurhan’a ve anneme nazı geçerdi. Damatlarını da hoş tutmaya çalışır, teyzelerime ”Şükür edin gızım şükür edin” derdi durmadan Nurhan teyzeme ”Her ”şeyim hıyar” diyene bi batman tuz alıp koşaysın” diye kızar, annemi genç kızken pırasa ile dövdüğünü (sebebi de istenmeyen damat adayı babama, annemin, dedemin Avusturyadan getirdiği kısa kollu, şık bir kazağı vermiş olması ve babamın üstünde kazağı gören annanemin duruma uyanması) gülerek anlatırdı. Baya baya küfür ederdi, sinkafları peş peşe sıralardı.
Ne zamanki torunlar büyüdü, sekiz evladının sekizi de dünya gailesine düştü, işler bozulmaya başladı. Mal mülk kavgası, yıllar içinde en az 20 kişi toplaştığımız bayram sofralarını yavaş yavaş eksiltti. Son on yıldır iyice kopmuştuk.
İnce kız en çok kırmızı rengi severdi. Giysileri dallı güllü, kırmızı çiçekli olsun isterdi .
Üniversiteye giderken yanına her uğradığımda 10 lira, 20 lira sıkıştırırdı elime, ne kadar sevinirdim.
Çok ağlardı, hemen gözleri dolardı. Uzun uzun eskileri anlatır, dedemin onunla evlenebilmek için saçından bir tutam kestirtip büyü yaptırdığına yüzde yüz emin görünürdü.
10 yıla yakın Avusturya’da işçi olarak çalışmış dedemle hep çatışırdı. Dedem onu pek beğenmezdi. Güzel konuşmaz, küçümserdi. Para en büyük tartışma sebebiydi. Son yıllarına kadar kolundaki ”bilerzük” hep en büyük güvencesi, onu mutlaka elinden alanlar da en büyük kederiydi.
Fantaya sarı kola der çok severdi. Bakkaldan gelen abur cubura sevinirdi. Evine gelene mutlaka bir şey ikram etmek ister yemezlerse üzülürdü.
Dedeme ettiği beddua sonrası (sebep de yoğurt mayalamayı unuttuğu için yediği dayak) dedemin kuyuya düşmesi ve üzerine yığılan taşlar onun en içten anlattığı öyküsüydü.
Huzur içinde uyu İnce Kız.. Umarım annenin yanındasındır.
TÜM YORUMLAR
Başınız sağ olsun! Anneannenizin mekânı cennet olsun.
Sağolun Sezer Hanım.
Başınız sağ olsun, hikayesinin unutulmaması ne mutlu… 🙏
Geriye bir tek o kalıyor galiba, hikayen..Anlatan biri varsa şanslısın. Teşekkürler yorum için.
Başınız sağ olsun, huzur içinde uyusun inşallah.
Mekânı cennet olsun.
Sizler sağolun.
Basin sagolsun, mekani cennet olsun
teşekkür ederim, dostlar sağolsun