Bir varmış bir yokmuş, covid diye bir hastalık varmış diyeceğiz neredeyse. Neyse ki aşı polikliniğinin önü hep dolu, geçici görev devam ediyor, okullar sadece 2 gün açık .. Fazla hayale kapılmıyoruz.
Dün LGS vardı, yeni nesil sorularla ezip geçmişler yine binlerce çocuğu ve veliyi. İnsan gerçekten hayret ediyor, bu kadar emek niye? Bu çocukları daha ne kadar zorlayacağız? İlkokul üç çocuğuna ilkokul kelimesi satır sonuna gelirse il-ko-kul olarak ayrılacağını anlatan bu müfredat beni deli ediyor. Herhalde bu dahili ve harici bedhahlar ”topla tüfekle uğraşıp bir ton para harcayacağımıza şunların okuma öğrenme aşkını yedi yaşında bitirelim” dediler; inanın başka açıklama bulamıyorum.
Ragnarok isminde bir diziye başladım. Norveç mitolojisinden esinlenilmiş; hoşuma gitti. Başroldeki genç irisi delikanlının donuk halleri, kasaba yaşamı, karanlık soğuk atmosfer ; hep sevdiğim şeyler. Bir de teselli oldu bana; dünyadaki en gelişmiş ülke ama onlar da işadamı-yolsuzluk-delil karartma ile uğraşıyor, tekerlerine çomak sokanı temizleyiveriyorlar. Nasıl renksiz, nasıl sıkıcı ortamlar, evler, bizi oralara koysalar bir aya kalmaz iç daralmasından kurur gideriz.
Haziranın ilk haftası bitti; yaz için herhangi bir planımız yok, belki Kurban Bayramında birkaç gün anneme gideriz. Belki kayınvalidemler gelir önümüzdeki günlerde ama hep belki. Adı konmuş, kesinleşmiş bir şey yok. Böyle yaşamak bir garip.
3 haziran perşembe günü Nazım Hikmet’i Anma Etkinlikleri vardı büyük parkta. Oğlanları aldım, hapishanede yatanlara kitap toplanıyormuş adliyede, önce oraya uğrayıp bir torba kitap bıraktık, ardından haftalar sonra ilk kez Kır Çiçeği’ne gidip yemek yedik. Parka ulaştığımızda büyük bir mutluluk hissettim, aylar sonra müzik, sosyal mesafeli olsa da kalabalık ve bir sanat etkinliği. İnsan sıkıntıdayken hiç bitmeyecek sanıyor değil mi? Zülfü Livaneli ve Nebil Özgentürk vardı, Nazım belgeselinden kısa bir bölüm izledik, çocuklar koştururken ben böyle uzaktan dinledim konuşulanları.
Nazım Hikmet benim iyi tanımadığım bir şair. Annesinin, Yahya Kemal ile aşk yaşadığını, Nazım’ın buna bozulduğunu okumuş ve şaşırmıştım. Osman Balcıgil diye bir yazar var, bilmem duydunuz mu? Sabahattin Ali ve Afife Jale’nin yaşamlarını onun kaleminden bir çırpıda okumuştum. Yazarın, ”Celile” adında bir romanı olduğunu ve Nazım’ın annesini anlattığını biliyordum. Önceki gün havuz kitaplığında denk gelince okumaya başladım. Bakalım memleket şairimiz hakkında neler öğreneceğim? Hem anne hem baba tarafından dedelerinin tanınmış paşalar olduğunu, saraylarda mürebbiyelerle büyüdüğünü söyleyebilirim mesela.
İnternet savaşları tam gaz sürüyor. Cumartesi bir yıldır görmediğimiz arkadaşlar geldi, Emre üst kata çıkmadı bile. PCR’cıydım aynı zamanda, zorlayamadım. Dün modemsiz gün ilan ettik, havuza gittik, deneyler yaptık , Fransızca proje ödevi için çeviri yaptık. En önemlisi sohbet ettik; Emre çiftçilik oyunu oynuyormuş, patates yetiştirmekten bahsetti. Banyolar yapıldı, çantalar hazırlandı. 2 ay sonra ilk kez bugün ikisini birden okula bıraktım. Eren para istedi, arabayı pedagog Bahar hanımın ofisinin önüne koymuştum, gidip para aldım. Geç kalma fobisi var çocuğun, stres yapmış ben gecikince. Atarlı atarlı vedalaştık.
Çok güzel kitaplar aldım, baktıkça mutlu oluyorum.
Günler , haftalar, aylar böyle geçip gidiyor. Dağınık, mutlu, sakin, kaygılı.. Her gün dört mevsimi yaşıyorum, kitaplarım, çocuklarım ve içimdeki sesler ile sanki bir kozanın içindeyim.
Eski yazılarıma bakıyorum, ne kadar düşünerek yazmışım. Şimdikiler hep çala kalem..Blog benim arşivim, içimi açtığım gizli bahçem, yazamasam ciddi eksikliğini duyacağım bir mecra ama .. Sosyal medya ve sanal alışveriş neredeyse hiçbir konuda derinleşmeme izin vermiyor. Satın almaktan başka bir şey mi kalmadı hayatlarımızda nedir anlayamadım gitti. Mağazaya gidip bir şey satın almayı unutacağız, internette el arabasından vidaya, lavabo giderinden ampüle her şey çeşit çeşit, daha ucuz ama ucu bucağı yok ki bu işin. Satın aldığın her şey yeni bir şey almana yol açıyor. Kafamız, ruhumuz markadan markaya, indirimden indirime koşuyor, şöyle durup etrafa bakmak için bile niyet etmek gerekiyor. Bir tuhaf hallerdeyiz.
Yazın ayak seslerini duyuyorum; neyse ki ağırdan alıyor, havalar hala serin, pijamalar hala uzun kollu. Bakalım 2021 yazı nasıl geçecek..
TÜM YORUMLAR
“Celile Hanım görmeyen gözleriyle Nazım Hikmet için açlık grevi yaparken Galata Köprüsü’nden geçen Yahya Kemal Celile Hanım’ı görmezden gelip destek imzası da vermez ve hızla uzaklaşır oradan”
Yıllarca bunu düşünürüm, Yahya K. zamanında çok aşık olduğu kadının, zor gününde neden yolunu değiştirmiş:
1. Kadının o düşmüş halini, gördüğünü bilmesin diye. Zamanında, aşık olduğu kadını o halde görmek ona acı verdiği için mi ya da kadın daha çok acı çeker diye mi.
2. Yönetime ters düşer korkusu. Şairliğine, halel gelir korkusu.
3. Nazım, zamanında bu ilişkiye çok karşı çıkmış. Gizli bir intikam duygusu mu.
4. Mazi mazide kalması mı. Artık bir yabancı gibi görmesi mi…
Merhaba Aliye, hoş geldin,
Celile hanımın dediği gibi özünde tam bir kasaba kurnazı bence Y. Kemal. Böyle güzel ve Arupai bir kadına verecek pek de bir şeyi yok aslında (benim fikrim), hevesi geçtikten sonra unutup gitmek istiyor kadını. İktidara yakın bir adam, adı Nazım’la anılsın istemiyor bence.
Katılıyorum fikirlerinize.
Şu an Nazım daha çok anılıyor, seviliyor.
Sessiz gemi şiirini Celile hanıma yazmış Y Kemal.
Evliliğinde aşkı bulamayınca daha büyük hatalar yapıyor kadınlar. Değmeyecek adamlara, çok şey feda ediyor. Hep bugünün yarını da var diye düşünmek lazım. Bu hiç kolay değil tabi.
Mina Urgan, “Bir Dinozorun Anıları” kitabında:
Yahya K. adadaki evlerine gelir, aylarca kalır, yer içer gidermiş.
Annesi bir vakit paraya sıkışınca, Yahya K.’den borç almış. Sonra ödeyeceklerinde Mina Urgan demişki almaz herhalde, zamanında çok kaldı bizde. Vermek istemediğimizden değil, almaz diye düşündüğümden demişti.
Ama Almış.
Yahya K. bu tavrına da çok şaşırmıştım.
Ne güzel kitaptır o. Özledim vallahi. satın alıp okumak lazım tekrardan.
Teşekkür ederim Elif Hanım. Mina Urgan’a hayran kalmıştım gerçekten. Celile hanım ressammış da.
Kızımı bu çılgınca aşık olma durumlarından nasıl kurtaracağım bilmiyorum. Kullanılan hep kadın oluyor. Hele bu devirde.
Aşkın sonu geçim derdi, çalışılamayan sınavlarla bitiyor. Umarım mantıklı olabilirler.
Tek kızım var, inanın çok korkuyorum, erkenden uyanıyorlar, öpüşülen çizgi filmler o kadar çokki.