Yazın başında ve sonunda yazmayı seviyorum. Bu yaz da bitecek , üzülme kızım diyorum kendi kendime bir nevi. Temmuz ortası oldu bile. Geç gelen yaz tam anlamıyla yakıp kavuruyor Ege bölgesini.
Her gün yeni bir mevzu, yeni bir can sıkıntısı var. Aynı şeyi iki gün üst üste kafaya takamıyoruz. Ülke gündemi bir yana koyu bir umutsuzluk adeta ruhumuza işledi. Şu anda bu satırları yazdığım geçici görev yerime gidip gelmeye devam ediyoruz. Kabullenemiyorum bir türlü; stresle baş edemiyorum. Hep bir kaçış arzusu içindeyim. Sırf bu sebepten kurum içi atamaya başvurdum, iş-ev-okul-hayat değiştirmek çok kolaymış gibi.
Çocuklar karne aldı. Telafi telafi diye bas bas bağırdıkları dört gün boyunca ikisi de okula gitti. Karne heyecanını bile aldık çocukların elinden :(( Toplu resimlere katılamasa bile bu senenin her şeye rağmen bittiğini anlayalım diye karne almaya gittik. Matematik dersine 100 vermişler, Emre pek inanmadı. Bizimle dalga geçiyorlar dedi. Ufukta herhangi bir yaz programı yok. Kurs vs olmaz, Ecem gelirse havuz-deniz takılıp gideriz.
Bu yılın sürprizi tekne. Suya indirdiler ben yokken, bugün ikinci kez denize açıldılar. Yaşantımızda bir tür sınıf atlama belirtisi bence. Ege’nin harika koyları var, tertemiz suların keyfini çıkarırız diye umuyorum.
Dört günlük bir kaçamak yapıp köye gittim tek başıma ve dört gün boyunca yağmur yağdı ! Geçenlerde Erdal’a demiştim ki ”şöyle yağmurlu bir günde bir kafede oturmaya aş eriyorum ”. Nasıl iyi geldi, nasıl mutlu oldum. Ülkede hala yağmur yağıyor a dostlar!
Hızlandırılmış dört günüm şöyle geçti:
Pazartesi: Sabah sekiz uçağına bindim. Sabiha Gökçen’de 1 saate yakın çay-simit keyfi yaptım, önce Sakarya sonra Düzce arabası , en sonunda taksi ile 15.00 civarı eve ulaştım. Annem yoktu (noterde teyzemlerle iş peşindeydiler), tarhana çorbası yapıp içtim ve Sevilay’la yağmur altında kahve muhabbeti yaptık; çok güzeldi. Annem geldi sonra Nurhan teyzem, Nevriye teyzem , Sema ve Tuğba geldi. Sohbet-muhabbet.
Salı: Annemle hastaneye gittik , Nahit ve Çiğdem’le takıldık 1 saat. Eve geldik, diğer teyzemler geldi. Akşama da Nevriş’de takıldık.
Çarşamba: Erken kalktım, mezarlığa gittim yağmur altında ve hiç gezmediğim mahalle arası sokaklarda yürüyüp Karadeniz coğrafyasının tadını çıkardım. Sonra Nurhan teyzemi alıp çarşıya indik. Önce Hakan Unlu Mamüller’de kahvaltı (3 çay 3 simit 2 üçgen peynir 16 lira) , ardından anneme baza-yatak arayışı. Tam da vazgeçmişken taa lisede öğretmenim olan İrfan Hoca’nın amca çocuklarının dükkanında aradığımızı bulduk. Pek sevindik. Annem aynalı komodin ve başucu komodini de istiyor, abajurlar, yeni bir nevresim takımı ve yatak örtüsü, başucuna dijital saat gibi pek çok alınması gereken şey var ama bunlar tatlı telaşlar bizim için. Zeynep’e bebek, iki tane avize, tepsi, parça kumaş gibi bir sürü şey alıp Nurhan teyzemde akşama devam ettik. Puf puf börekler, mis gibi yeşil fasulye, salatadan oluşan ziyafet sonrası Sevilay geldi. Torunlara alınan plastik havuzun falçata ile kesilmesi günüm mevzusuydu. Bir yaşını doldurmuş Kayra var bir de. Gecenin sonunda incecik çise altında Sema, Sevilay ve ben 15 dakikalık yolu ağır ağır bir saatte yürüdük. Şahane bir gece oldu.
Perşembe: Yengemde kahvaltı, Sema’da kahve. Beni,14:45 otobüsüne haldır huldur yetiştiren İlker, yolculuk, Bahar’la buluşma. Şu mekanda nefis bir yemek, salkım söğüt altında kahve ve sohbet.
Ardından 21.00 gibi havaalanına geldim ama pegasus artık bagaj işini de yapay zekaya devretmiş. Bagajı koyup etiketi kendin alıyorsun. Banta verip gönderiyorsun. Benim valizin sapları koptu bu yolculukta, bu sebeple yine de beklemem gerekti hem de 45 dakika. Uçak da rötar yaptı ve ben gecenin köründe Dalaman’a inip yatağa kendimi zor attım.
İşte böyle, çılgınca hareketli dört günün ardından üç günlük görev başladı. Sonra Bodrum’da devam.
Başlıklar halinde yazdım aslında sahnenin gerisinde anlatacak pek çok şey var. Bakalım , 2 ağustosta belli olacak bazı şeyler.