Sevgili kitapkurdu Müşerref’in kitaplığında gördüm, kapağına bakınca cinayet-polisiye tarzında bir roman sandım ve üç günlük geçici görev inzivasında beni oyalar diyerek sormadan çantaya atıverdim. Kitapla tanışma hikayemiz böyle. Cuma başladım, bu sabah bitirdim. Çok uzatılmış bazı sayfaları atladım. Yazarı Zerrin Koç; ilk kez duyduğum bir isim. Müşerref beni şaşırtıyor; çok satanlarla / herkesin okuduklarıyla işi yok. Kendi kaynakları üzerinden keşifler yapıyor ve kütüphanesindeki kitapların neredeyse hiçbirini duymadığımı şaşkınlıkla fark ediyorum.
Polisiye beklentisi ile başladığım roman epeyce uzun, 500 sayfa, 40 yıllık bir dönemi anlatıyor ve biliyor musunuz çok rahat bizim Napoli Romanları’mız olabilecek potansiyele sahip. Yayınevi biraz daha desteklese ve reklamı yapılsa dünya çapında başarılı olurdu. Bir de isim çok yanlış; PUS ne alaka?? İçerikle ilgisi olmadığı gibi son derece gri, itici bir duygu veriyor bana. Kapak da farklı olmalıydı, çok özensiz buldum maalesef.
Neden Ferrante tadı verdi derseniz; birbirine taban tabana zıt iki kız var hikayede: Ferzan ve Suna. Bolu Yatılı Öğretmen Okulu’nda yolları kesişiyor ( 1970 başları olmalı) ve sonraki 40 yıl ayrılmıyorlar. Başka şehirlerde yaşadıkları dönemlerde de mektuplaşıyorlar, sonunda İstanbul’da yine bir araya geliyorlar. İki kadının yarım asırlık arkadaşlığını okurken Ferrante’yi hatırlamamak mümkün mü? Bir de neredeyse her karakteri iliğine kemiğine kadar tanıtıyor yazarımız, her birini merak ediyoruz, ayrıntı bolluğunda bazen boğulsak da sıkılmıyoruz.
Ferzan dar gelirli bir ailenin kızı, annesiyle iyi bir ilişkisi var. Onu yoksulluktan kurtarabilmek için kısa yoldan meslek sahibi olmaya karar veriyor ve öğretmen okuluna gidiyor. Suna ise aykırı bir çocuk. Resme yetenekli, annesi ile hiç anlaşamıyor. Büyük bir ailede büyümüş, hep asi, hep uzakların hayalini kuruyor. Kimselere benzemiyor, annesi ile sürekli savaş halinde. Yalnız bir hayat sürmek, ünlü bir ressam olmak istiyor. Annesi belki biraz akıllanır umuduyla onu yatılı okula gönderiyor.
Bu iki küçük kızın önce yatılı okul yaşamını okuyoruz. Zerrin Koç okuru kitaba çekmeyi iyi biliyor. Aralarda vurucu cümleler kullansa da ne çok duygusal ne de duygusuz. Daha çok olaylar üzerinden ilerliyor ama Suna ve Ferzan’ın iç dünyasını oldukça detaylı anlatıyor.
İkili okul biter bitmez öğretmen olmaktan vazgeçip üniversite sınavlarına giriyor ve arka planda 78-80 arasındaki devrimci öğrencilerin dünyasına dalıyoruz. Suna bu gençlerden birine deli gibi tutuluyor, toplumsal kural vs takmıyor adamın ağzından girip burnundan çıkıyor ve ”Ne seninle ne sensiz” türü hastalıklı ama tutkulu bir ilişki doğuyor aralarında.
Ferzan yüksek okul bitince öğretmen oluyor, evlenip çoluk çocuğa karışıyor.
Yazarı çok başarılı buldum; Ferrante kadar kadın dünyasının gizemlerine ve çelişkilerine odaklanmamış ama iki kadın arasında olabilecek gerilimleri çok gerçekçi yansıtmış. Birbirlerine küsmeleri, gücenmeleri yine de buluşmak için fırsat kolllamaları, birbirlerinden vazgeçememeleri çok tanıdık geldi.
Zerrin hanım bu romanı üçe bölseydi ne güzel olurdu. Yatılı okul, gençlik, olgunluk ve yaşlılık olarak dört kitap da olabilirdi. Keşke yapsa. Türkiye’nin değişimini, ev telefonları başında tutulan nöbetleri, buz gibi odaları, karlı-sulu sepkenli İstanbul’u, Beyoğlu’nu uzun uzun anlatsa da okusak.
Tekrar okurum dediğim başarılı bir roman Pus; tavsiye ediyorum.