Hiç söylemiyorsunuz bu senaryo detayını. Sema Kaygusuz gibi bir kadın yazmış ! Bu film nasıl kötü olabilir?
Dün sabah 11.10 seansında izlediğim Bergen’i anlatmaya nereden başlasam? Konusu, oyuncuları, görsel olarak harika olması, baş rollerin kendilerini karakterlere adamış olması gibi mevzular çok yazıldı çizildi. Ekleyecek pek bir şey yok. Çok beğendim, görsel olarak, müzikal olarak beni çok tatmin etti. Kostüm, saç, makyaj müthişti. Erdal Beşikçioğlu’nu izlemek başlı başına bir şölen zaten. Psikopat ruh hastası katil rolünde de harikaydı. Adamdan etimle kemiğimle nefret ettim. Parayla dram alasım yoktu ; Bergen’i de kezzap hikayesi dışında hatırlamam, Acıların Kadınıyım sözleri gelir sadece aklıma. itiraf etmem gerekirse Erdal’cığımı izlemek amacıyla gittim. Yalnız çok zayıflamış sevgili aktörüm, neredeyse bir deri bir kemik.
İlk yarıda Bergen’i değil Belgin’i izledik. ”Baba yokluğu” benim anladığım kadarıyla bu trajedinin tohumu. Kızına mandolin hediye ederek onun müziğe ilk adımlarını atmasını sağlayan babası 6-7 yaşından itibaren Belgin’i öldü sayıyor ve kızı sahneye çıkmaya başlayıp onu elaleme ”rezil” edene kadar hiç görünmüyor.
Sonrası malum; o manyakla karşılaşması , adamın kızı kandırıp kafese kapatana kadar iltifatlar, jestler, çiçekler ile adeta hipnotize etmesi, kızın ayaklarının yerden kesilmesi ve eve kapatıldıktan sonra ortadan yok olan insan müsveddesi.. Ayrılma, barışma, tekrar ayrılıp tekrar barışma ve sonunda cinayet.
Ben başka bir şeyden bahsetmek istiyorum. Belgin’in annesi şiddet gördüğü evi terk etmiş, dişiyle tırnağıyla yaşama tutunmuş, hataları olsa da elinden gelen yapmış yine de bunlar yaşanmış çünkü istismarı tanıyamayan, itilip kakılmayı, kıskanılmayı sevilmek zanneden ruh hastaları ile çevrili etrafımız. Evin içinde çocuklarımıza ne kadar iyi davransak da, doğru işler yapsak da içinde yaşadığımız bu hastalıklı toplumdan onları korumamız mümkün değil. Başka bir açıklama bulamıyorum.
Şuraya yıllar önce okuyup hiç unutamadığım bir yazı iliştireyim:
Çocukken zaman zaman ‘halden anlayan’ birileri, akrabalar, öğretmenler, arkadaşlar, bana destek olmak istediklerinde hep aynı teselli ile geldiler: Baban seni sevmez olur mu? Sana çok düşkün. Hiç babalar çocuklarını sevmez olur mu? O seni çok seviyor, senin için canını verir, hep senin ne kadar akıllı olduğunu anlatıyor, seninle iftihar ediyor ama belli etmiyor, biliyor musun? Babalar sevgilerini belli etmezler ama çok severler….
Bu girişi genellikle – ortada yok sayılamaz, görmezden gelinemez fiziksel ve duygusal tahrip olduğu için – bir gerekçelendirme izlerdi: Çok stresli işi var / Anasız babasız büyümüş / Başı çok ağrıyormuş, çok uykusuzmuş…
Sonra da bu gelirdi: Yapıyor ama nasıl pişman oluyor baksana. Sana neler alıyor, sen uyurken gelip başında bekliyor, saçlarını seviyor.
Bu tesellileri bazen gün aşırı bizimle birlikte şiddet gören, bizi babamın elinden çekip almak için mücadele eden annemin kendisinden, bazen her şeyi gören ama hiçbir şey yapamayan halamdan, bazen ‘’Ben Allah’tan çok babamdan korkuyorum, yine de cennete gider miyim?’’ dediğim Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenimden duydum. Bir müddet sonra da kendimden duymaya başladım. Artık kimsenin tesellisine ihtiyacım kalmamıştı, başıma gelenleri kendi kendime açıklamaya, kendimi avutmaya başlamıştım – çünkü buna ihtiyacım vardı.
Halbuki daha okula bile başlamadan evvel ısrarla bunu söylüyordum: Babam bizi sevmiyor. İnsanlar da ısrarla karşı çıktı: Baban sizi çok ama çok seviyor.
Çocuklarla nasıl konuşmamız gerektiğini bilmiyorum, belki bu yazı kıymetli fikirler duymama vesile olur. Yine de emin olduğum bir şey var: Aile, koruyucu olmalıdır, sevginin, ilginin, kollamanın besleyici, iyileştirici halleri olmalıdır orada. Buna sahip olan ailelere ne mutlu – ama sahip olmayan öyle çok aile var ki. Oradakilere ‘’her şeye rağmen’’ ailenin ne kadar kutsal olduğunu, ‘’ne olursa olsun’’ annelerin, babaların çocuklarını çok sevdiklerini, çocukların da onları sevmesi gerektiğini söylediğiniz zaman, çok ama çok kötü bir şey yapmış oluyorsunuz. Belki bazı ailelerde sevginin ve ilginin bu kadar iyileştirici olamadığını, bazı ailelerin bazı şeylerden mahrum olduğunu, bazı annelerin, babaların sevemeyebileceğini çocuklara söyleyebilmeliyiz. Her ailede eser miktarda anlaşmazlıklar olabileceğini ama onun yaşadığı şeyin ‘anlaşmazlık’tan öte olduğunu söyleyebilmeliyiz. Böylece çocuklar sevgiye, ilgiye ilişkin keskin içgüdülerini kaybetmezler, içlerindeki sese güvenleri sarsılmaz ve istismar gördüklerinde onu tanıyabilirler – şimdi bu ‘yanlış ifade edilen sevgi’ mi yoksa istismar mı? diye düşünmezler. Ne dersiniz? Kutsal aileyi, çocuklarını kesinlikle ve kesinlikle, her koşulda çok seven doğal kaynak anne baba yalanlarını azıcık sallasak, ‘’Bu yaptığın şeyin aşkla ilgisi yok Ahmet’’ diyebilen daha çok kadın, erkek yetiştirebilir miyiz?
Belgin’in annesi bu grupta değil, adamdan nefret ediyor, adını bile anmıyor. Kızının babasına mektup yazmasına kızıyor vs ama bu bile Belgin’i kurtaramıyor çünkü 80’ler Türkiyesi, Yeşilçam sineması ile yaratılan içi bomboş romatizm, gecekondu yaşamı ve mahalle baskısı. Kısacası coğrafyanın kader ve keder olması gerçeği!!! Yoksa annesi tarafından sonuna kadar desteklenen, konservatuara birincilikle giren, sahnede Tanrıçaya dönüşen, sadece şarkı söylerken mutlu olan o pırıl pırıl genç kız neden babası yaşında, mafya bozuntusu bir tipe yıllarca –bakın burası önemli YILLARCA– bel bağlasın? Beni kahreden nokta tam olarak burası. Dünden beri başımı ağrıtan şey bu.
Konservatuvar birincisi öğrencisine enstrüman veremeyen, ya sahne ya okul diyen resmi kurumlar
Çok yakışıyorsunuz, kıyamam size diyen o muşmula suratlı teyzeler
Babam bizim gibi normal bir hayatın olmasını istiyor diyen abiler ve ablalar
Hayatı boyunca kendi zevki için tohumunu karısının karnına bırakmaktan başka tek emeği olmayan, bütün sorumluluklarından kirli bir donu çıkarır gibi tek hareketle kurtulan o ruh hastası babaları destekleyen dayılar, amcalar, kahve arkadaşları, taksi şoförleri, güvenlikçiler, devletin polisleri, gazino sahipleri
bu kadınların katili herkesten çok sizsiniz.
ve lütfen o psikopat yeniden yargılansın.
Diyeceklerim bu kadar.
TÜM YORUMLAR
Ayşe Başak Kaban’ın “Ben, Kendim ve Bergen” isimli bir öykü kitabı var, okumadıysanız aynı adlı öyküyü tavsiye ederim. Hoş yayınevi kapandı, kitap piyasada bulunur mu onu da bilmiyorum ya. Acı bir hikaye Bergen’inki, hala sinemaya gitme cesaretim yok ama aklım resmen bu filmde…
Erken seans olunca pek kalabalık olmuyor, ben en arkaya geçip en köşeye oturdum, sinemada izlemelik bir film, herhalde çabuk kalkmaz gösterimden, umarım gidebilirsiniz Nurşen Abla.
Hikayeyi bulacağım bir şekilde, merak ettim, sağolasın..
Bu isyan, bu öfke, bu çaresizlik.. Çok zorluyor beni, bana şifa olacak kitaplar önerir misin ?
Ah yok aslında birbirimizden farkımız, okumadıysanız Isabel Allende kitapları ama öncelikle Ruhlar Evi ve Eva Luna. Bir de Ayla Kutlu’nun Islak Güneş’ini çok severim ben ve anılarını anlattığı Zaman da Eskir’i. Zor bir yaşamı nasıl başarıya dönüştürmüş, o yüzden okunasıdır.
Bir de kitap elinize geçmezse öyküyü fotoğraflayıp yollayabilirim.
Çok güzel anlatmışsınız filmi, çok merak ettim, senarist detayı önemli, elinize sağlık:)
Her ne kadar okumadıysam da aklıma isminden ötürü İyi Aile Yoktur kitabı geldi. Kız çocuklarının sevgi eksikliği açlığı baba sevgisini yaşayamamış olmalarından geliyor tabi bir de annelerin çaresizliği ve zayıflığından. Aile kutsaldır diye diye kırılan kolun yen içinde kalması. Kurumların, yasaların zayıflığı,etkisizliği. Toplum olarak da çok sessiziz. Yaşasın bize dokunmayan yılan.
Elif Hanım merhaba, iyi ki yazmışsınız ben de kızlarımla gideyim Bergen i izlemeye. Okumadıysanız Bir Türk Ailesinin Öyküsü, İrfan Organın tavsiye ederm. Ruh haliniz iyiyken okuyun iliklerinize kadar savaşı, yokluğu hissediyorsunuz.Sevgiler…
Yok okumadım, duymadım da. Çok merak ettim bakayım. Teşekkür ederim.
Filmi merak ediyorum ama henüz gidemedim. Paylaştığınız yazı gerçekten çok aydınlatıcı sürekli durup durup kendimi bir sorguladım çervremdeki herhangi biri bana böyle birşey demiş olabilir mi acaba diye?
Çocuk yetiştirirken o kadar çok şeye dikkat etmek gerekiyor ki, diken üstünde hissediyorum.