Emre’nin ilk futbol kampı ve bizden uzakta geçireceği üç gün demiştim ya önceki yazıda; işte ilk gün bitmeden Emre aradı hatta gittikten birkaç saat sonra. Futbol grubunda samimi olduğu kimse yok, okulundan bir arkadaşı babası ile gelmiş, odasındaki diğer 2 çocuk çok gürültücü ve hareketliymiş. Telefonu da olmayınca ne yapacağını bilememiş ve odada vakit geçirememiş. Otelin içindeki bir mağaza çalışanından telefonunu isteyip gayet sıkıntılı bir sesle beni aradı ve gelip onu almamı istedi. O gün nöbetçiydim zaten, ertesi gün Demir misafirimiz olacaktı, gitme şansım yoktu, babası da Ankara’da. Gelemem de diyemedim.
Kul sıkışınca Hızır yine yetişti, Demir’in annesi mesaj yazıp yatılı misafir geldiğini ve çocuğu getiremeyeceğini söyledi. Hafta sonu nöbetim de olmayınca bunları işaret kabul edip yola çıkmaya karar verdim. Verdim vermesine de arabanın yağ lambası yanıyor, yolu bilmiyorum, şoförlüğüme güvenemiyorum, içimde bir panik var ama iş başa düşünce paşa paşa hallettim hepsini. Benzin aldığım yerde yağı koydurdum, GPS i açtım, turnuvadaki başka bir çocuğun annesini de aldım, on iki gibi çıkıp üçe doğru ulaştık. Çocuklar stadyumda maçtaydı, Emre bizi görünce pek bir sevindiyse de belli etmedi.
Sonraki saatlerde sporcu analığında deneyimsiz bir kadın olarak şükür ki bagajdaki tek katlanır sandalyeyi gölge bir yere taşıyıp maçları beklemeye başladık. Çocukları izlerken hem heyecanlı hem gergindik. 9-10 yaş grubu finale kaldı. Diğer ana-babalar bu işi çok ciddiye alıyor gördüğüm kadarıyla. Onlar da çocuklar gibi stresliydiler.
Otel bulamadım, fiyatlar o kadar yüksek ki şaştım kaldım. Turnuva otelinde 1700 lira istediler mesela. Arkadaşımızın kaldığı otel boş oda yok dedi, Kuşadası’na vardığımda kalacak yerim yoktu özetle. Şükür ki ertesi gün bir oda boşalmış da fahiş fiyat ödemedik uyumak için. (450 lira Eren ve ben)
Görseldeki kadar canlı bir havası yok mevsimsel olarak ama Eliada otel kısa konaklamalar için ideal, temiz ve derli toplu. Yolu çok dardı ve yol çalışması vardı, epeyce tedirgin kullandım arabayı, otelin tam önüne park ettim. Taksi durağı olmasına rağmen kimse bir şey demedi.
Güya Emre’yi kendi oteline bırakacaktım ama otelin tam karşısındaki kebapçıda yemek yiyip odaya girdikten sonra ne onun ne benim tekrar yola düşecek halimiz kalmamıştı. Uyuyup kaldık. Ses yalıtımı kötüydü, bir iki kez uyanıp koridorda haykırarak konuşan birkaç elemanı uyardım.
Yogaya devam etmek için gayret ediyorum, bazen üst üste iki-üç gün yapamasam da zorluyorum kendimi. Kedi bizde bir hafta konakladı, Caner’ler tatile giderken bize bıraktılar. Kuşadası dönüşü eşimi havaalanından aldım, Milas’ta aracın muayenesi geçtiği için ceza yedim, Konacık’a uğrayıp kediyi aldık ve evimize döndük. O gece o kadar yorgundum ki uzandığım yerde uyuyakaldım.
Kişisel gelişim kitapları her daim favorim. Zor Anneler’i okuma listeme aldım. Konuyu güzelce toparlamış gibi ammaaa bu gavurların en iyi yaptığı şey sorunu tespit etmek. ”Şimdi nabıcaz be Kamil?” deyince boş boş bakışıyoruz kitaplarla.
Aycan’ın hediye ettiği biletle gittiğim Sunay abimiz için ayrı bir yazı yazmalıyım. Neredeyse gitmeyi unutuyordum. Ertesi gün Sema’nın doğum günüydü; ben de ona bir bilet hediye aldım, saç baş dağınık evden fırlayıp avm tuvaletinde makyaj yaptım, gece 11 buçukta hastaneye gidip kültür baktım ama iyi ki üşenmeyip gitmişiz. Kendimizden geçtiğimiz üç saatlik bir deneyim yaşadık.
Günler uçup gidiyor ve ben bu günlük yazılarını çok seviyorum; hele aylar sonra okuduğumda o kadar lezzetli geliyor ki bana iyi ki yazmışım diyorum her defasında.