2018’de yayınlanan Su Kürü, çok ses getirmiş, en prestijli ödüllere aday gösterilmiş. Bir şekilde karşıma çıkmamış olmalı; geçenlerde psikiyatrist Demet Hanım bahsedince alıp okumaya karar verdim.
Kolay okunan, ilgi çekici bir roman. Başlangıçta biraz sıkıldım ancak sonu çok iyi kotarılmış; genel olarak eksiği gediği olmayan, temiz bir kurgusu var. Romanın bir derdi olduğunu ilk sayfasından anlıyorsunuz.
Hikaye özetle şu; modern dünyanın zararlı etkilerinden kaçan bir karı- koca, üç kızları ile beraber ıssız bir yarımadada kendilerine yeni bir yaşam kurarlar. Kızların hem zihinlerini hem bedenlerini kontrol altında tutmak için acımasız yöntemleri vardır.
Birkaç ay da bir kral diye seslendikleri babaları, anakaraya giderek alışveriş yapar, dışarıdaki yaşamla tek temasları budur. Bir şekilde isimleri duyulan bu tuhaf ailenin arada sırada kadın misafirleri olur ; hasar görmüş dedikleri bu kadınlar duygusal-fiziksel şiddet kurbanlarıdır. Ailenin evinde konaklar ve iyileşmeye çalışırlar. Doldurdukları ziyaretçi defterine başlarından geçenleri yazarlar ve kızlar ne zaman yoldan çıkacak gibi olsalar erkeklerin ne kadar kötü ve zehirli olduklarını hatırlamak için bu yazılanları okumak zorundadırlar.
Bir sabah kral ortadan kaybolur, anneleri onun öldüğünü söyler. Bu büyük bir yıkımdır ve arkası da gelecektir. En büyük kız olan Grace hamiledir. Adadaki tek erkek babalarıdır elbette, ortada garip bir şeyler döndüğünü okurlar olarak bilsek de son sayfalara kadar ne olduğunu merak ederiz. Dört kadın kralın yasını tutarken bir fırtına sonrası adaya biri çocuk üç erkek sığınır; bu tuhaf ve ürkütücü yaşamın sonunu getiren olaylar başlar.
Ortanca kız olan Lia ile erkek grubunun genç üyesi Llew arasında bir yakınlaşma yaşanacak ve işler hızla çığırından çıkacaktır.
”Uzun ve yapılı olmasına rağmen hareketlerine bir akışkanlık var; varlığını gerekçelendirmek zorunda kalmamış olduğunu, eğilip bükülüp gizlenmeye ihtiyaç duymadığını anlıyorum ve bunun nasıl bir his olduğunu merak ediyorum; bedeninin ayıplanamaz olduğunu bilmenin. ” s. 89
Erkekler adaya ayak bastıktan kısa bir süre sonra bir sabah anne de ortadan kaybolur ve kızlar için asıl zor zamanlar başlar. Günlerce annelerini bekler ve öğrendiklerini uygulamaya çalışırlar. Lia’nın Llew ile yaşadığı ilişki diğer iki kardeşin hiç hoşuna gitmaz. Zaten adam, Lia’dan çabucak bıkar. Lia çok acı çeker, kimsesi yoktur, ne yapacağını hiç bilmez. Kardeşleri ona sırtını dönmüştür.
” Yeniden öfke, yeni diyemeyeceğim bir öfke çünkü çok tanıdık, başından beri beni bekleyen bir şey gibi. Kadınların acısı bir yerlerde takılıp kalmak zorundaydı. Yüzey toprağına, atmosferik kalıntılara karışıp billurlaşarak deniz sularının taşıdığı çakıllara dönüştü. Biz de onu yedik ve soluduk, onu parçamıza dönüştürdük. ” s.220
Bu tekinsiz atmosferde ne olacak diye merakla bekleriz. Hikayenin sonu bir sürü ölümle gelir. Elbette hiçbir şey sandığımız gibi değildir.
Su Kürü, beni şaşırtan ve düşündüren bir okuma oldu. Kadınlar, erkekler, üzerinde debelenip durduğumuz ve bir türlü huzuru bulamadığımız şu koca dünyadan kaçmak belki de mümkün değildir ve dünyayı yaşanır kılan da bu kaçma arzusudur.
İşte altını çizdiğim bazı cümleler:
” Eski dünyayı o kadar korkunç, yıkıma o kadar meyilli yapan şeylerden biri de insanların duygu denen bu kişisel enerjilere karşı tamamen hazırlıksız olmasıydı. ” s.24
” İnsana güvenlik gibi gelen şeyin çoğu zaman yalnızca o sırada zarar görmemekten ibaret olduğunu, bu ikisinin aynı şey olmadığını da ondan öğrendim. ” s.254
” Dünya ona nazik davranmamış, bunu görebiliyorum ama yine de seviyor onu. Erkek dünyası. Hayatta kalacağı kesin, bunu kanıksamış. ” s.254
” Bilgi edindikçe fiziksel olarak uzak kalmanın bile bizi kurtarmayacağını anladım. Sınır olsun ya da olmasın şiddet bütün kadınlara ulaşıyordu. Şimdiden kanımızda, ortak belleğimizdeydi. Bir gün erkekler bizim için de gelecekti. ” s.259
” Bütün kadınlar gibiydi; hevesli ve şefkatli. Göğsünde çözülmek için yalvaran bir üzüntü düğümü.
” İlgiyi yitirmek suç değildir. ” s.271
” Aşkın bana öğrettiği en şaşırtıcı şey, geçmişe dönebilsem her şeye rağmen hiçbir şeyi değiştirmeyeceğimi bilmekti. Sana hayır demezdim. Işıklı sabahları, pencereden içeri dolan ozon ve yağmur kokusunu geri çevirmezdim. ” s.275
TÜM YORUMLAR
“Bütün kadınlar gibiydi; hevesli ve şefkatli. Göğsünde çözülmek için yalvaran bir üzüntü düğümü”
Sizce bütün kadınlar öyle mi Elif hanım. Her iki cins için de geçerli yılların tecrübesi şu ki: ne kadar hevesli ve şefkatli olursan o kadar ağzına sçtıkları.
Sevgiyi aramamalıymışız hatta kimseye bolca vermemeliymişiz, kendi işimizde bakmalıymışız, ya da bir hobide filan parlamalıymışız, gerisi geliyormuş koşa koşa. !!
Maalesef yüzde seksenimiz böyle. Sevgi konusunda söylediklerine katılıyorum, hak edeni bulmak ve seçebilmek çok elzem bir bilgi. Büyürken bana bunu biri söyleseydi keşke: Herkes seni sevmeyecek ne yaparsan yap. Çok geç anladım ben de bunu. Güzel bir konu aslında, bir yazıyı hak ediyor.