Nasıl olduğunu anlamadan gittim de geldim bile. Yeter ki kararını vermiş ol; bu seyahatin en zorlayıcı kısmı bilet almaktı ; gerisi çorap söküğü gibi geldi.
Uçuşlarım genel olarak kolay geçti. Artık her şey dünyanın her yerinde bulunuyor sansak da bazı şeylere Türkiye’de ulaşmamız daha kolay; tül-perde, çaydanlık, Bodrum’daki şahane hediyelikçi Koray’ın dükkandan nazar boncukları ve anaktarlık, LCW’den günlük giyilecek kıyafetler aldım, annemin kendi ellleriyle yaptığı ekmek, acıka ve çilek reçeli, söylemememize rağmen aklına gelip koliye koyduğu tütün kolonyası … Kokuların ve tatların yaşımız kaç olursa olsun hep aynı etkiyi uyandırması, bizi alıp da annemizin yanına taşıması bir mucize değil mi sizce de?
Giderken yüküm 2 kilo fazla geldi. Annemin gönderdiği ekmeklerden birini bıraktım. X-ray’de sadece tırnak törpüsünü çıkarttırdılar. Aktarmalı uçuş olduğu için ağır olan valizi Bodrum’dan verdim, sırt çantası ve kabin valizi ile uçağa bindim. İstanbul’da transit geçiş uçuşu yakın olanlar içinmiş, ben normal bir şekilde üst kata çıkıp dış hatlar salonuna geçtim. Öncesinde Kara Fırın’da kahvaltı yapıp gerçekten gidiyor olduğumu idrak etmeye çalıştım.
Kulak tıkaçlarım ve göz bandım bu seyahat boyunca acayip işime yaradı; boyun yastığımı da unutmasaydım tam olacakmış. 2 saat uyudum uçakta. En son ben indim. Ağustos sonuna kadar PCR veya aşı kartı istenmemesi de çok iyi oldu.Berlin havalimanı yeni açılmış, her şey pırıl pırıl, sandalyeler deri filan ama öncesinde belki bir buçuk saat pasaport kontrolü için bekledim. Yeşille seyahat etmeme rağmen bir sürü soru sordu memur; kime geldin, niye geldin, nerede kalacaksın, ne kadar paran var vb.
Vodafone yurtdışında hattımın çalışacağını, (günlük 100 TL ek ücretle tabi !) indiğimde sadece ayarlar menüsünden yurtdışı kullanım seçeneğini açıp kapatmamı söylemişti. Bu sayede an be an beni bekleyen kardeşimle haberleştik, çok iyi oldu. Sonradan hep wi-fi veya kardeşimin telefonundan paylaşımlı internet kullandım ve Vodafone yanımda uygulamasının şifresini unuttuğum için bir daha kendi internetimi istesem de kullanamadım. Şifre yenileme için verdikleri talimatlar defalarca denememe rağmen işe yaramadı. Vodafone yurtdışında sınıfta kaldı bu açıdan. Berlin’de neredeyse her yerde (metro durakları, havaalanı, avm’ler ve bütün alışveriş mekanları) ücretsiz internet olduğu için çok da gerek duymadım.
Maalesef dış hatlarda artık gelen yolcunuzu uzaktan göremiyorsunuz. Şeffaf kapıları kaldırmışlar. Kayar kapıdan çıkıp 1-2 saniye içinde bekleyenlerinize kavuşuyorsunuz. Bizim kavuşmamız da öyle oldu. Sarışın halimi hiç beklemedikleri için beni zor tanıdılar. Onları görmek, dokunmak, seslerini duymak muhteşemdi.
Sonraki 10 günümüz evde, kafelerde ve İkea’da geçti şeklinde özetleyebilirim. Genel olarak izlenimlerim şöyle:
Berlin önceki gidişlerime göre oldukça karışık bir nüfusa ulaşmış. Arap, Asyalı, Afrikalı o kadar çok insan gördüm ki neredeyse saf kan Alman azalmış diyeceğim. Rastgele girdiğimiz birkaç yerdeki ve aradığımız taksi durağındaki elemanlar Türk çıkınca da hiç şaşırmadık.
Alman usulü dümdüz binalar, balkonsuz yapılar, karmaşadan uzak sade görünüm, her türlü bisiklet kullanımı, bütün pet şişelerin tanesi çeyrek eurodan geri dönüşüm otomatına atılması , yolların genişliği ve temizliği, kaldırımların geniş ve sadece yaya kullanımına açık olması, şehrin göbeğindeki kocaman yeşil alanlar ”evet Avrupa’dayım” demeye yetiyor.
Ukraynalı mültecilerden sonra başlayan güzel bir uygulama varmış; sadece tek sefer 9 euro ödeyerek aldığın bir biletle 3 ay boyunca bütün Berlin’de istediğin her türden toplu taşıma aracını kullanabiliyormuşsun. Ağustos sonunda bitecek bu uygulama sayesinde rahat rahat gezip dolaştık. Her gün neredeyse 4-5 metro yolculuğu yaptık.
Almanya’da Fiyatlar
Zara mağazasında iğne atsan yere düşmüyordu. Epey şık şeyler gördüm; bir çanta beğendim 25 euro. Vay be dedim aslında ne kadar makul bir fiyat. Paramız bu kadar değersiz olmasa keşke. Oysa TL’ye çevirince neredeyse 500 lira yapıyor ve almaktan vazgeçiyorsun.
Aşağıdaki görseldeki okul çantası hoşuma gitti. Biraz sertçe, kabuk gibi yapısı var, rahat rahat 3-5 yıl dayanır, içinden bir sürü extra ürün çıkıyor; kalemlik, seyahat çantası, cüzdan vb ama 170 euro TL’ye çevirince 3000 liradan fazla bir rakama ulaşıyor ve almayı düşünemiyorsun bile. Yani alım gücümüzün korkunç azalmış olduğu gerçeği ile iyice yüzleştim.
Orada yaşayanlar da enflasyondan şikayetçi, ayçiçek yağı gibi bazı ürünler 2 katına çıkmış gerçekten ama bizdeki artışlarla kıyas bile yapılamaz. Tabi onlar pahalılıktan bahsederken acı acı gülümsemekten başka yapacak bir şey olmuyor. Ayrıca Berlin’de yediğim ekmek, peynir, domates ve Nutella bana çok daha lezzetli geldi.
Yalnız ilginç bir detay İkea Türkiye’de özellikle kanepe gibi büyük hacimli ürünler baya düşük fiyatlı kalıyor. (1200 euro olan koltuk, İkea. com. tr de 700 euroydu).
10. sınıfı bitiren yeğenimin okul işi ile ilgili detaylar en çok kıskandığım şey oldu. Ne özel okul lafı var, ne LGS-YKS kabusu, ne dershane, ne test. Üniversite sadece isteyenlerin gittiği bir kurum, asla zorunlu değil. Önümüzdeki iki yılı teknik bir eğitim alarak geçirmesi ve 20 yaşında meslek sahibi olması gayet mümkün ve kolay hatta adamlar bununla ilgili uygulamalar ve anketler bile geliştirmiş.
Kafeler ve başka şeyleri sonraki yazılara bırakıyorum. Okuduğunuz için teşekkürler.
TÜM YORUMLAR
Yurt dışını hiç görmedim, Elif Hanımcım. 3 yıl Hollanda hakkımız bir gün gerçekleşir umarım. Siz Almanya’dan dönerken illaki aldıklarınız var mı? Yazdıysanız farketmemiş olabilirim. Karamelli bir çikolata yemiştim, sırf o çikolata için gitmek istiyorum :)) Şekeri boğaz yakmıyordu. Sevgiler
Ya bak şimdi, nasıl bir konuya temas ettin ? İnan bana orada yediğim her şey çok daha lezzetli. Nutellası, peyniri, çikolatası, domatesi bile ..Bu mevzu erin Aliye ama hiçbir şey getirmedim birkaç paket çikolata dışında. Hem valizim yoktu hem de hangi birini getireceksin?