Mart kitabını ocak 2022’de okumuş ve şöyle yazmışım:
”Bu neydi? Nasıl bir çileydi ya Rabbi? 600 sayfalık kitabı bir haftada okudum ama yarısından sonrasında sayfaları atladım, bazı bölümlerin başını okuyup geçtim; başka türlü imkanı yok bitmeyecekti. Hikayeyi de merak ettim ayrıca, o açıdan başarılıydı ama neden bilmiyorum okuma keyfi vermeyen, insanı yoran, bunaltan bir roman olmuş. Sevene rastladınız mı hiç? Bunu gerçekten merak ediyorum.
Beğeniriz beğenmeyiz orası bize kalmış ama Pamuk bence de büyük bir romancıdır. İlmek ilmek dokuyor karakterlerini, mekanları ve zamanları. Beni alıp 1901 yılındaki bir Osmanlı vilayetine götürebiliyor. Sırıtan hiçbir şey olmuyor, konuşmalar, dil, yeme-içme her şey için ne kadar titizlendiği belli.
Bu kitabı romandaki Osmanlı Prensesi Pakize sultanın torununun çocuğu anlatıyor. Bir araştırmacı -belki gazeteci emin değilim- olmuş ve Minger adındaki (hayali ) adada 100 küsur gün geçiren Sultan’ın ve o dönemdeki veba salgınının hikayesini yazıyor.
1901 yılında Osmanlı tahtında Abdülhamit oturuyor. Abisi Beşinci Murat’ı Çırağan Sarayı’na hapsetmiş, kendisine kumpas kurulur diye kimseyle görüştürmüyor. Pakize Sultan, Beşinci Murat’ın kızı ve gelinlik çağa gelince parlak bir doktor olan Nuri Bey’le evlenip türlü olaylar sonrasında kendini Minger Adasında buluyor.
Yanına muhafız olarak verilen Kamil, adanın valisi Sami Paşa, çeşitli ülkelerin konsolosları, şeyhler, adanın yarısını oluşturan Rumların ileri gelenleri, baş papaz derken romanda kalabalık bir nüfus var.
İnce ince hamlelerle hem vebayı hem birbirlerini idare etmeye uğraşan bunca insanın hikayesi elbette 600 sayfa tutuyor. Bir taraftan veba ve karantina, diğer taraftan güç-iktidar-aşk savaşları…Aynı anda Abdülhamit’in evhamları, korkuları, planları, ”kararsız kalarak ve herkesi oyalayarak zaman kazanma ” taktikleri, yıkılan Osmanlı, mahpus padişah ve ailesi, ada yaşamı, zindanlar, kaleye kapatılan veba şüphelileri.. Oku oku bitmiyor.
Sultan ve doktor kocası dışındaki neredeyse herkesin mutsuz olduğu ya da öldüğü romana başlamak için uygun bir zaman yok ama bu kitabı sahilde okumayı denemeyin. Kış kitabı olduğunu net olarak söyleyebilirim. BKM kitaptan yüklü bir sipariş verdiğimde hediye olarak gelmişti, aksi takdirde zaten alıp okumazdım. ”
Maalesef dönüp bir kez daha okuyacak iştahım yok. Pamuk’un tekrar tekrar okuduğum tek kitabı Masumiyet Müzesi’dir. Kara Kitap’ı da beğendim ve bir kez daha okumak isterim ama Veba Geceleri’ni okuyamam.
Diğerleri neler yazmış merak ediyorum. Umarım birçok kişi okumuştur.
Nisan kitabı Drakula imiş. İşte okumadığım bir kitap daha.
TÜM YORUMLAR
Elinize sağlık çok güzel anlatmışsınız, açıkçası utanarak söylüyorum kulüpten koptum :(( ama kitabı okumuştum, keyifli okumalar sevgiler:)
Günaydın….
Bu kitabı okumak benim için büyük başarıydı. Çünkü ben Orhan Pamuk okuyamayangillerdenim :))) Bu sefer zorladım kendimi…
Kitabın konusuna bayıldım aslında ben. Ama gereksiz bilgilerden yoruldum okurken. Bir de duygusu yoktu kitabın ya da ben keşfedemedim, bilemiyorum… Çok didaktik geldi bana.
Dracula ilginçtir bende hızlı gidiyor. Korku türünü sevmem normalde ama karakteri bildiğimizden belki de kaptırabiliyorum kendimi. Keyifli okumalar diliyorum
BKK’ye devam edemeyen bir blogcuyum. Veba Geceleri’ni duydum ama hiç okumaya bile yeltenemedim. 600 sayfayı okumak da her babayiğitin harcı değildir herhalde. 🙂
Sessiz Ev’i tekrar okumak istiyorum, en çok o kitabını sevdim sanırım 🙂
Hayatımda yarım bıraktığım ilk kitaptı 🙂 O kadar sıkılmıştım. Gariptir ki niye o kadar sıkıldığımı anlamak için yeniden okumak istiyorum.
Kafamda Bir Tuhaflık’ı unutmuşum, onu da çok sevmiştim 🙂
elif hanımcım, gercekten, ben Osmanlıyı anlayamıyorum, baba öz oğlunu öldürüyor, oğlun ya o senin. canından kanından ileri olması gerekmiyor mu. hatta sevinmen lazım oğlum işleri devralıyor diye. koltukta koltuk oturan kalkmıyor.
kardeşler birbirini öldürüyor. kadınlar zehirleniyor, çogu vezirin başı gidiyor, yine de gönüllü vezir bulabiliyorlar, çok ilginç.
yahu açıkça söyleseler ya, ne bileyim senet filan imzalatsalar ya, kanun anayasa lazım tabi. baba, benim tahtında gözüm yok, abi tahtında gözüm yok diye, ama ortalıkta bi fitne, Allahhhh korkunç sonlar, ama kan dökülmeyecek, bogduruluyor, çok saçma değil mi ya…
bilmiyorum ben osmanlıya hiç ısınamadığım için belkide. sehzade mustafaya hala üzülürüm. o zamanlar halk yine fakir, cahil okuma yazma yok, anadoluya çok bi yatırım yok.
gelecekten ümidi olmayanlar, geçmişle avunurmuş; ben o çagda yasamayı hiç ama hiç istemezdim.
Vallahi bana öyle geliyor ki layıkıyla öğrendiğimiz, anladığımız tek bir şey bile yok. Çok çok canım sıkılıyor. Ortadoğu’da en değersiz şey insan olmak. Hani Aggan yazar demiş ya Afganistan’da çocuk çok ama çocukluk yok ; al bu cümleyi nereye uyarlarsan uyarla. İnsanın ömrü, fikri, hayali vb o kadar değersiz ki… 12 yıl temel eğitimin çıktığı yer tam bir çöplük. Çok umutsuzum.