Kuru Otlar Üstüne’yi tam da Ankara katliamının yıldönümünde Oasis’in 1 numaralı salonunda 6 kişiyle birlikte izledim. Salon çok sessizdi, insanlar beni hiç rahatsız etmedi ki bu benim için artık çok önemli. (Konuşanlar, mısır yiyenler, telefonuna bakanlar yüzünden sinemaya gitmek çileye dönüşebiliyor. ) Az sonra yazacağım övgü yazısında yalnızlık ve sessizlik sebebiyle filme tamamen yoğunlaşmış olabilmemin etkisi büyüktür.
—————BUNDAN SONRASI SPOİLER İÇERİYOR……………..
Film üç buçuk saat sürüyor ve üç saat boyunca kış mevsimindeyiz. Son on-on beş dakikada güneş var. Konusu her yerde yazıldı çizildi ;dört yıldır Erzurum’da görev yapan öğretmen Samet İstanbul’a dönmek için gün saymaktadır. Sempatik ve biraz da cilveli tavırlarıyla dikkat çeken ortaokul öğrencisi Sevim, o yaştaki pek çok kız çocuğu gibi öğretmenine yakın davranmaktadır. Bir gün sınıf araması yapılırken Sevim’in çantasında bir aşk mektubu bulunur. Mektup sonunda Samet’in eline geçer ve Sevim ne kadar ısrar ederse etsin mektubunu geri alamaz. Bu duruma çok sinirlenen Sevim, Samet ve Kenan’ı (Erzurumlu alevi öğretmen, Samet’in de ev arkadaşı) kızlara uygunsuz davranışları sebebiyle şikayet eder.
Bu kısma kadar bence Samet’in tek yanlışı Sevim’e hediye almak, sırtına elini koymak gibi hoş görülemeyecek davranışları. Öğrencilerine hediye almak isteyecek kadar onları seviyorsa tek bir öğrenciye değil hepsine almalı ve bu hediye de kalem-kitap vb olmalıydı fakat eğri oturalım doğru konuşalım böyle bir ilgiden hoşlanmayacak çok az insan vardır hele ki ölümüne sıkılıyorsa.
İkinci yarıda daha çok Samet-Kenan-Nuray üçgeninde gelişen olayları izliyoruz. Nuray’ı çok da beğenmeyen, oralarda kalmaya da zaten niyeti olmayan Samet kızı Kenan’la tanıştırıyor. Kenan ve Nuray hem Erzurumlu hem de Alevi. Nuray daha muhalif (10 ekim katliamında bacağı kesilmiş ve protez kullanıyor), örgütlü mücadeleden yana iken Kenan sessiz, sakin, yokluktan gelmiş ve öğretmen olmakla büyük bir iş başarmış biri. Taciz suçlamaları hakkında ilçe müdürünün yanındayken Samet hep inkar havasında, kim demiş, ne demiş vs diye sorguluyor. Kenan ise bunu çok daha trajik bir olay gibi yaşıyor. ”Ben o yaştaki yeğenime bile dokunmuyorum” diyerek büyük bir tepki gösteriyor, hatta müdür ”Çocuklaşma” diyerek uyarıyor ki bizim taşramızın erkekleri büyük oranda 5-7 yaş olgunluğundadır benim fikrimce de.
Merve Dizdar’a verilen ödülü politik bulanlara katılıyorum ama orası benim işim değil. Ben de dahil olmak üzere, üzerinden 10 yıl geçmemişken ülke tarihindeki en acı olaylardan birini çoktan unutmuş değil miyiz? Her şeye de bir yorumumuz olmayıversin.
Nuray ve Kenan çok açık bir şekilde birbirlerinden hoşlanıyorlar . Nuray erkeğin fotoğrafını çekmek istiyor. O sırada Samet kendini dışlanmış hissediyor; muhabbete çok dahil olamıyor. Bir hafta sonunda ikisini beraber arabaya binerken görüyor ve eve döndüğünde ev arkadaşı olan Kenan’ın ağzından laf almaya çalışıyor. Kenan hiç renk vermiyor ve Samet iyice bileniyor. Bu arada okuldaki dedikoducu, ”öyle demiş böyle demiş”çi öğretmenlerden biri asıl taciz suçlamasının Kenan’a yapıldığını, Samet’in araya kaynadığını söyleyince Samet için intikam vakti gelmiş oluyor. Oysa film boyunca Kenan’ı bir kez bile öğrencilerle görmüyoruz, Samet’in Sevim’e olan ilgisi ise sınıftaki bir çocuk tarafından bile dile getiriliyor ”Hep ona söz veriyorsunuz” diyor çocuk.
Samet , Kenan’ın suçu olmadığını bilse de kendi dışlanmışlık, yabancılık, sıkışmışlık, meslekten bıkmışlık gibi birçok sorununu dışarıda birine / bir şeye yüklemek kolayına geliyor ve olanların bütün suçlusu Kenan’mış gibi davranmaya başlıyor. Bir erkek başka bir erkeği en çok neresinden vurur? Tabiki onun hoşlandığı kadını ”fethederek ” alınır en güzel intikam. Kadın bunu bilmez mi? Elbette bilir ama empati / anlayıs/ uyanıklık da bir yere kadardır. Taşrada her şey çok uzundur; dersler, teneffüsler, geceler. Her şey hep aynıdır ve minicik fırsatlar bile kaçırılmamalıdır. Elinde çiçekle -gazeteye sarılmış da olsa- yemeğe gelen genç bir adam, ev ikisine kalmış, şarap içiliyor; muhalif de olsan, başında hashtag’ler olan ünlemle sonlanan nice kelimeyle dolu sosyal medya hesapların da olsa sen bir kadınsın ve yorgunsun. Başını kanepeye yaslayıp, ”umut etmekten yorulduğunu” söyleyebilen bir adamın yanında sessiz gözyaşları dökmek az şey mi?
Nuray’la Samet geceyi beraber geçirir, Samet kızın yarım bacağına gayet normalmiş gibi yaklaşır ve ”Kenan bilmesin” diye ısrarla söylenmemiş gibi bir porsiyon da börek alıp koşa koşa lojmana döner. Kahvaltı masasındaki Kenan’a ”Yattık” demeden olanları anlatır. Nasıl zevk alır bundan, nasıl da tadını çıkarır!
Sonra mevsim değişir; orta sonların mezuniyet eğlencesi olacaktır. Zaman her şeyin üzerini örtmüştür. Sevim, Samet’in odasına bisküvili pasta getirir. Eski havasına kavuşmuştur. Samet kendi söylediklerine aşık olarak kıza bir şeyler anlatır. ”Ben gidiyorum, seneye yokum, bana söylemek istediğin bir şey var mı” vs. Kendince çok nettir, kesin kız ondan özür dileyecektir vs. O uzun cümleler kuradursun çocuğun tek söylediği ” Ne gibi, nasıl yani” şeklinde kısa laflardır. Odadan çıkacakken döner ve ”Baloya geleceksiniz değil mi?” der. Hepsi bu.
Finalde üç öğretmeni Nemrut Dağı’nda görürüz. Samet, tepeye doğru yürür ve uzun bir iç konuşma seslendirir. Bir kısmı şöyledir:
” Buralarda kış o kadar uzun sürüyor ki otlar daha yeşeremeden yaz geliyor ve kuruyup kalıyorlar. ”
Tıpkı bizler gibi. İçimizin kışı o kadar uzun sürdü ki… Bahar gelecek de yeşerip çiçek açacağız sanırken bir de baktık ki sıcak bastırmış ve elimizde kalan kuru otlarla kaplı çayırlar, bomboş tepeler. Ne çiçek var ne meyve.
Bu filmin gücü anlatılamayan sahnelerinde, vücut dilinde ve sözsüz mesajlarda. Beğenmek ya da beğenmemek bir yana herkes kendi filmini izleyip de çıkacaktır o salondan.
TÜM YORUMLAR
Çok güzel anlatmışsınız, düşündüklerime tercüman olmuş. Yalnız NBC kimden tüyo aldı, bir bilene mi sordu bilmiyorum. Öğretmenler de, öğretmen odası da, öğrenciler de ve Milli Eğitim Müdürü de tam prototip. En büyük şehirden taşrasına kadar değişmiyor işte. Türkiye’nin en turistik şehrinde öğretmenlik yapan ben kendi okulumu gördüm adeta…
Ben de çok şaşırdım Leylak Dalı. Gerçek bir öğretmen bile o odayı bu sahneye bu şekilde aktaramazdı.
Kuru otları yeşerten detaylı, gerçekçi bir eleştiri. Uluslararası bir festivalde ödül almış bir filmi sinema salonunda altı kişi izliyor. Şaşırtıcı.
Nedenleri kültürel mi, ekonomik mi, film süresinin uzun oluşu nedeniyle iç sıkıntısı mı…?
Sıcağı sıcağına yapılmış bir karalama aslında. Uzun uzun düşünmedim, yorumunuz için teşekkür ederim.
6 kişi Bodrum için makul bir sayı. Hafta içi ilk seans olunca böyle.
Nasıl güzel anlatıyorsun Elifcim ya.. hep bir keyif senin yazdıklarını okumak
Amann, nasıl tatlı bir iltifat. Teşekkürler 🙂
dün ben de yaklaşık 15 kişiyle izledim. belki ilk seans dolayısıyla öyle oldu ama sizle aynı konsantrasyon sorunundan ben de sakinliği seçiyorum hem indirimli oluyor:)
filme gelince blogda yazdıklarımı tekrar etmeden diyeceğim;
hani samet filmin finalinde kendine ya da bize anlatırken; sevim’in ona olan sevgisinin ve ilgisinin, arkadaşlıklarının kendi manasız yolculuğunda sevimi bir aracı gibi kullanıp umut etmeyi dilediğini söylemişti. sevim somut bir barlıktı ama samet için soyuttu aslında. ve yine bence malzeme odasında samet, sevim’den sadece özür dilemesini değil kendisine olan aşkını itiraf etmesini bekledi. ki aralarının bozulduğu ilk fırsatta sevim’i bir erkek öğrenciyle gördüğünde tıpkı nuray-kenan ilişkisinde olduğu gibi fena bozulmuştu.. hatta hatta -bu şimdi yazarken aklıma geldi- samet öğrencisine aşık bile olabilir. soyut somut karıştırıp kendine bile itiraf etmekten korkmuştur..
keza feyyaz’ı merak ettim ona ne oldu mesela? kendisine kıl olan komutan mı bir şey yaptı yoksa varto’daki gazinoda işe mi girdi. yahut veterinerdeki son buluşmada bayağı üzülmüş yıpranmıştı. canına mı kıydı? işte bunlar hep nbc’ye sormak istediğim sorular..
ve nuray-samet-kenan üçlüsü. bizim büyük çaresizliğimiz’e, jules at kim ve şimdi ismi aklıma gelmeyen iki erkek bir kadınlı başka bir romantik komediye çok yakındı..
son tahlilde dediğinize katılıyorum. izleyen herkes kendi sinemadını hatta hikayesini alıp çıktı salondan…
Kesinlikle Bizim Büyük Çaresizliğimiz’i akla getirecek bir ilişki. Benim nasıl aklıma düşmedi şaşırdım. Feyyaz’ı doğrusu unutmuştum, NBC’nin bu uzun uzun konuşmalı sahneleri niye ben de onu sormak isterdim ve ne büyük cesaret! Beyaz perdede bu kadar uzun laflara ancak böyle yönetmenler kalkışabilir .
Ayrıntılı yorumunuzu birkaç kere okudum. Teşekkürler.
Film üzerine okuduğum en dikkat çekici yorum sizşnkiydi. Şu noktaya kadar çok da izlemeye yaklaşmış değildim ama şu an meraktayım.
İzlediniz mi Huriye hanım?
“Her şeye de bir yorumumuz olmayıversin” ne güldüm buna sevgili aydınlık yüz:-)
Bir de “çimizin kışı o kadar uzun sürdü ki… Bahar gelecek de yeşerip çiçek açacağız sanırken bir de baktık ki sıcak bastırmış ve elimizde kalan kuru otlarla kaplı çayırlar, bomboş tepeler. Ne çiçek var ne meyve.” bu yorumuna katıldım çok. Sanırım film de bunu anlatıyordu. Görüntüler iyiydi. Ben en çok Sevim’in oyunculuğunu sevdim. O kızın daha çok sahnesi olabilirdi…
Sevgiler, görüşmek üzere.
Kimler gelmiş:) Hoşgeldin Aze. Güzel yorumların için çok teşekkür ederim. Daha çok yazsan keşke.