Nereleri Gezdik?
Arkadaşımın internetten kayıt yaptırdığı ücretsiz şehir yürüyüşü sayesinde ”Kopenhag’da Gezilecek Yerler” in neredeyse tamamını görmüş olduk. Sabah 10.00 gibi şehrin en büyük meydanında başladığımız yürüyüş 4 saat sürdü, arada 20 dakikalık bir kahve molası verdik. Turun sonunda rehbere kendinizce uygun gördüğünüz miktarda para veriyormuşuz, arada para bozdurduk. Yeri gelmişken otobüslerde de nakit ödedik, havaalanında en az 200-300 kron almakta fayda var. Yeme, içme vb her şeyi kredi kartı ile ödedik, Malmö biletlerini otomatlardan kart ile aldık. Evet ucuz bir şehir değil ama çok pahalı diyemeyiz. Öğrenci iseniz farklı tabi. Bizim yaşlarda, işi-gücü olan insanlar için Türkiye’den bir derece daha pahalı.
Tur rehberimizin adı Eva’ydı. İspanya’dan evlilik sebebiyle göç etmiş. Tatlı bir kadındı. ”En mutlu insanlar Danimarka’da yaşıyor” cümlesinin bir pazarlama yöntemi olduğunu söyledi. Mutluluğu alkole bağladı, bizi trafik ışıkları ve ”Biking Viking” ler hakkında uyardı. Saray dedikodularından bahsetti, kraliçenin Netflix’e kostüm tasarladığını anlattı. Dolu dolu bir tur oldu; bunu yapmamış olsaydık eksik bir deneyim olurdu.

Bulgar, İngiliz, Alman, Fransız, Türk ve sanırım Hintli üyelerden oluşan grubumuz

Eva’nın en sevdiği sokakmış. Evler ne kadar güzel değil mi?

Yüz yıllık evler, binalarda sokağı izlemek için konmuş aynalar, Danimarkalı Kız filminin çekildiği sokak, minicik tabelaları ile restoranlar.

Burası tüm listelerde var, ilk gün rehbersiz gittik. Sokakta esrar vb satışının açıkça yapılması dışında çok ilginç bir şey yok.

Resmin solunda bir klarnetçi Çav Bella çalıyor
Deniz Kızı Heykeli’ni görmeye giderken şahane parklardan, bahçelerden geçtik. Andersen, Danimarka için epey önemli bir şahıs. Hikayesini bilmiyordum; balet olmak için şehre geliyor, uzun boyundan sebep olamazsın denince şarkıcı olmaya karar veriyor o da olmayınca yazar oluyor.

Kraliyet ailesinin yaşadığı Amalienborg sarayının önündeki meydanda saray dedikodularını dinledik.

Christianborg Sarayının kulesinden şehre uzun uzun baktık ama günün sonuydu, yağmur vardı, çok yorulmuştuk. Tadını yeterince çıkaramadım. Çok şık bir restoranı vardı; sonraki seyahatler için aklımda bir yerlere not ettim.
Başlı başına bir yazıyı hak eden şahane müze; Glyptoteket. Bahçe ve kafe için bir kez daha giderim Kopenhag’a. Maalesef son güne kaldı ve çokaz gezebildik.
Malmö’ye geçtiğimiz gün rüzgar sertti. Lilla Kafe’de epeyce oturduk. Sonrasında güzel sokaklarda yürüdük. Meydanını dolaştık. Eurovision seçmeleri olan bir otelin önünden geçtik. Sessizliğe, insanların azlığına, huzura şaşıra şaşıra yürüdük. Trenlerde yaşanan bir grev nedeniyle otobüsleri kullandık, yolumuzu çok uzattı. İsveç’lide ne arar pratik zeka? Üç-beş ek sefer koymayı akıl edememişler, ayazda yarım saatten fazla otobüs bekledik fakat stand-up’çı kıvamında bir şoförümüz vardı ve çok tatlı esprilerle hepimizi gülümsetti.

Çalgıcılar Heykeli
Tekne ile şehir turu da yaptık. Eva’nın verdiği tüyo sayesinde sadece 50 kron ödedik. Yağmurlu ve soğuktu ama gruptan arkadaş olduğumuz Johan’la havadan sudan konuştuk, vaktin nasıl geçtiğini anlamadık.
Toplamda üç günlük geziye bu kadar şey sığdırdığımız için kendimizle gurur duyduk. Yol arkadaşının erken kalkabilmesinin, pratik olmasının, odadan çabuk çıkabilmesinin, detaylara takılıp kalmamasının ne kadar önemli olduğunu bir kez daha fark ettik ve sıradaki hedeflerimizi Prag, Lizbon ya da Cebeli Tarık olarak belirledik bile!
TÜM YORUMLAR
Kopenhag’a bayıldım. Bir süre de yaşamayı çok isterim. İnsanlar ne kadar sakin ve fiziksel olarak güzeller, kibarlar. Evet uzaktan davulun sesi hoş gelir tabii ama sırf şöyle bir ay bile kalıp milletini, güzelliklerini izlemek, onları en çok neyin sinirlendiğini çözmeye çalışmak, sokak dinamiklerini anlamaya gayret etmek nemiahane olurdu!