Litera Kitap Kulübü 1. Kitap: Büyük Defter- Kanıt- Üçüncü Yalan

Mart 6, 2024
69
Views

Şu yaşıma kadar hep mesafeli durduğum Kitap Kulüplerinin ikisine birden katılmış bulunuyorum: neyse ki tek kulüp sayılabilir; moderatör ve okunan kitaplar aynı. Bodrum kitap fuarında tanıştığım Şule sayesinde haberdar oldum bu ekipten ve ilk buluşma 28 şubatta gerçekleşti.  Kendisi de yazar olan Mahir Ünsal Eriş’in eşi Oylum Yılmaz’ın da katıldığı toplantıda 50 kişi vardı ve katılımcılar oldukça donanımlıydı. Yaptıkları katkılar kitapla ilgili fikrimi ve duygumu zenginleştirdi.

Önümüzdeki aydan itibaren kulüp başka bir platforma taşınacakmış; ücretsiz mi olacak tam anlayamadım. İnsta hesabında yayınlayacaklarmış.

Bu kulüplerin nitelikli olanları sayesinde hiç duymadığım, varlığından haberdar olmadığım hazineler keşfetmek benim tek beklentimdi ve ilk kitap bunu fazlasıyla karşıladı. Hem mest hem perişan oldum. Yüreğime taş gibi oturdu, uykularım kaçtı diyeyim siz anlayın. .

 

Özellikle Büyük Defter bir ilkokul çocuğunun kuracağı cümlelerle beni ezdi geçti:

” İyi ve iyi değil için çok basit bir kuralımız var: Kompozisyon ‘gerçek’ olmalı. Olanı yazmalıyız, gördüğümüzü, duyduğumuzu, yaptığımızı. Örneğin ‘Anneanne bir cadıya benziyor’ yazmak yasak ama  ‘İnsanlar anneanneye cadı diyor ‘ yazmak serbest. Küçük şehir güzel yazmak yasak, küçük şehir bize güzel gelebilir ama bir başkası için çirkin olabilir. Aynı ölçüde ‘Posta iyi’ diye yazamayız, bu gerçek değil çünkü posta bizim bilmediğimiz kötülükleri yapabilecek biri belki. Bu yüzden yalnızca ”Posta bize battaniye veriyor” yazıyoruz. Çok ceviz yiyoruz yazabiliriz ama ceviz severiz yazamayız çünkü sevmek kesin bir sözcük değil.”  s.31

” Bir kadın geçiyor. Avuç açıyoruz, duruyor; ” Dilenmeye utanmıyor musunuz? Evime gelin, size göre ufak tefek işler var. Odun kesmek, toprağı küremek gibi. Bu işleri yapmaya gücünüz yeter. İyi çalışırsanız size çorba ve ekmek veririm. ”

” Sizin için çalışmak istemiyoruz hanımefendi. Ne çorbanızı içmek ne ekmeğiniz yemek istemiyoruz. Aç değiliz. ”

”Öyleyse neden dileniyorsunuz?”

”Nasıl bir şey olduğunu anlamak için, bir de insanların tepkisini gözlemliyoruz. ”

”Pis serseriler! Üstelik ukalalar da!” diye bağırarak uzaklaşıyor

Eve dönerken, bisküvileri, çikolatayı, elmaları ve parayı yolun kenarındaki uzun çalılıkların arasına atıyoruz. 

Saçlarımızdaki okşayışı atmak mümkün değil. ” s.35

Büyük Defter, Kanıt ve Üçüncü Yalan • Kitap Eki

 

Büyük Defter,130 sayfa boyunca bu şekilde ilerliyor. Herhalde 8-9 yaşlarında olan iki kardeşin ağzından bir yemek tarifi okur gibi savaşın aslında ne olduğunu okuyoruz ve her sayfada dehşet içinde kalıyoruz. Adı hiç söylenmeyen bir ülkede iki çocuk, okura savaşın, göçün, yerinden yurdundan edilmenin, hayatta kalma zorunluluğunun, faili meçhul ölümlerin, dilsiz-sağır olmanın, annesiz olmanın akılla mantıkla kesinlikle kavranamayacağını ve olağanüstü koşulların olağanüstü sandığımız nice şeyi mesela ensesti, tecavüzü, yağmayı, cinayeti nasıl sıradanlaştırdığını tartışmasız bir şekilde anlatıyorlar.

Filmi de varmış, benim yüreğim kaldırmaz ama okumayı düşünmeyenler için bir seçenek olabilir.

Yazar Agota Kristoff, 21 yaşında siyasi sebeplerden İsviçre’ye kaçmak zorunda kalmış. İlk kitabı Büyük Defter’i 30 yıl sonra yaşadığı bölgenin dili olan Fransızcayla yazmış. Kanıt ve Üçüncü Yalan’ı ikişer yıl arayla yayınlamış ve çok büyük başarı kazanmış. YKY üç eseri tek ciltte toplamış.

İlk kitapta anneanne dedikleri yaşlı cadının yanında ”pişen” ikizlerden biri kitabın sonunda sınırı geçerek komşu ülkeye kaçıyor , diğeri eski evde yaşamaya devam ediyor. (Topraktan çıkardıkları ve güzelce yıkayıp, parlatıp, tellerle bir araya getirdikleri annelerinin ve bebek kardeşlerinin iskeletleriyle beraber)

İkinci kitapta ülkede kalan kardeş Lucas’ın yaşamaya nasıl devam ettiğini okuyoruz. Herkesin kovduğu hamile bir kadını ve bebeğini yanına alarak kendine bir aile oluşturuyor. Sakat olan bebek Matthias ‘ı kendi çocuğu gibi benimsiyor, papazla arkadaşlık ediyor , parti sekreteri dediği Peter’la konuşuyor, balık tutuyor, sebze ekiyor, litrelerce içki içiyor ama aslında tek bir şey yapıyor: Kardeşinin dönmesini bekliyor.

Üçüncü kitapta ise sınırı geçen kardeş Klaus’un başına gelenleri okuyoruz. İlk sayfalarda onun yetişkin hali var; hapis tutuluyor ve gardiyanıyla olan zaruri arkadaşlıklarını anlatıyor sonra ciddi bir hastalıktan bahsediyor – o yıllarda teşhisi imkansız olan panik bozukluk olmalı-, sonra da çocukluğundan bahsediyor ve birden hikaye yön değiştiriyor.

Hatırladığına göre dört yaşlarındayken ağır bir koma sebebiyle hastaneye yatırılmış ve tam da o sırada savaş başladığı için ailesi onu hiç ziyaret edememiş, bir gün hastane de bombalanınca merhametli bir hemşire Klaus’u anneanne dediği bir kadının yanına yerleştirmiş. İkiz kardeş filan yok, kendi başına hayatta kalmaya çalışıyor.

Yetişkin olduktan sonra anavatanına dönüp ailesini ve kardeşini arıyor. Sonunda buluyor ama ne bulmak! Hiç düşündüğümüz gibi olmuyor.

Yazarın başka kitapları da var; okumak için sabırsızlanıyorum. Bu kadar tekinsiz, güçlü, akılda kalıcı metinlere o kadar da sık rastlanmıyor. Çok çok tavsiye ediyorum.

Not: Yazarla yapılmış şahane bir söyleşi için tık tık.

 

 

 

KulturALiterA Kitap Kulübü Mart 2022 Buluşması

Benim katıldığım 32. buluşmaydı. Önceki kitapların görselleri instada var fakat bir kısmını okumuştum, bir kısmını alasım gelmedi. Şimdilik sadece bunu aldım, haftaya yapacağım yolculuklarda bana eşlik edecek.

Kategori:
Günlük · Kitap Yorumu

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir