Müge Anlı’nın programı neden bu kadar izleniyor diye merak ederdim. Ev hanımlarının işi gücü yok, kocalar işte çocuklar okulda, kadınlar ellerinde çay vakit öldürüyor diye düşünürdüm.
Müge Anlı, bir ara bir yarışma programı sundu, genç insanlara ”Koyunun yavrusuna ne denir” minvalinde basit sorular soruluyordu, onlar da hayatlarında ilk kez koyun denen bir hayvanın var olduğunu öğrenmiş gibi boş boş bakıp, yanlış cevap veriyorlardı. Müge Hanım’ın basbayağı azarlayan, ”Bir kendinize gelin, bu ne cahillik ” minvalindeki dobra dobra konuşmalarından etkilenip kadına sempati duymaya başladım.
Evde olduğum bir gün programına göz attım ve bingo! Çok ilgimi çekti çünkü 40’lı yaşlarda bir kadın sosyal medyadan tanışıp ”aşık” olduğu bir adama yüzbinlerce lira para kaptırmıştı. Kadın muhasebeciydi, eli yüzü düzgündü. Merakla izledim. Sonradan bir kaç programa daha bakmaya çalıştıysam da olmadı, zaten mesai saatlerine denk geliyor ve üç-beş yayından sonra istisnasız herkes aynı cümleyi kuruyor:
”YALAN SÖYLÜYOR MÜGE HANIM!”
İnsanımız gerçeği eğiyor, büküyor, doktordan sıra almaya gelince yapamadım, edemedim diyip kendini acındıran insanlar yalana, dolana, çıkarına göre davranmaya gelince o kadar usta ki her defasında ağzım açık bakakalıyorum.
Toplumda büyük bir çürüme var, kavga-dövüş gırla gidiyor, kardeş kardeşle küs, anne evladıyla küs, elti-görümce-kaynana işlerini hiç saymıyorum. Ev sahibi- kiracı anlaşmazlıkları cinayete kadar gidiyor , sitelerdeki komşu kavgaları yüzünden mahkemelerde dosyalar yığın yığın birikiyor. Bunlar neden bu kadar ayyuka çıktı diye mecburen kafa yoruyorum.
Çıkarımlarım şöyle:
PARA PARA PARA : Kesinlikle ilk sebep. Yer davası, miras kavgası, yalan-dolanla birbirinin malına çökmek, köylü kurnazlığı ile özellikle kız kardeşlerin parasını gasp etmek, evi-arsayı başkasının üstüne geçirmek, ”Al gülüm ver gülüm , Sen benim sırtımı kaşı ben senin sırtını kaşıyayım”’ tarzında kapalı kapılar ardında yapılan anlaşmalar derken Müge Anlı tayfasının asıl derdinin aç gözlülük ve para hırsı olduğunu söyleyebiliriz.
HUKUK SİSTEMİ İŞLEMİYOR: Çalana çırpana akıllı / uyanık gözüyle bakılıyor. Hırsızlara ceza yok. Varsa da yıllar süren davalar, lastik gibi uzayan mahkemeler derken mağdurun tek seçeneği var: Kendi adaletini kendisinin sağlaması.
SOSYAL DEVLET OLAMAMAK: Yasalar hep güçlüyü koruyor. Sıradan vatandaş her işini kendisi halletmek zorunda. Devletin neredeyse tüm kurumları başıboşluk içinde. Amirler sadece koltuğunu korumaya odaklanmış. En küçük kararı bile almak istemiyorlar.
ENFLASYON: Demirel’in bir videosu var : ” Gelişmiş devletler enflasyondan çok korkar çünkü enflasyon ahlakı ortadan kaldırır. Borçlu borcunu ödemez. Ekonomi durur. Esnaf iş yapmaz vs” . Dinleyince zihnimde bir ampul yanmıştı.
Son yıllarda korkunç boyutlara ulaşan enflasyon toplumun her kesimini büyük bir umutsuzluğa ve nasıl olursa olsun para kazanmaya sürükledi.
KOLAY PARA KAZANARAK LÜKS YAŞAMA SEVDASI: Alnının teriyle çalışan, kimsenin hakkını yemeyenler kira evlerinde tevazunun kitabını yazarken ne iş yaptığı belli olmayan 20’li yaşlardaki gençler Mercedeslerde BMW’lerde fink atıp, tatillerde boy boy fotoğraflarını milletin gözüne sokar gibi çarşaf çarşaf yayınlayınca toplumdaki denge tuzla buz oldu.
SADECE KENDİSİ VE ÇOCUKLARI SÖZ KONUSU OLUNCA DİN-İMAN-KUL HAKKI HATIRLAMAK: ”Bir kez gönül yıktın ise bu kıldığın namaz değil ” cümlesini söylerken gözü yaşaran insanımız mevzu kendi çıkarı olunca koşa koşa gidiyor.
YALANCILIK: Birisi üçüncü bir kişiyle arasında geçen hikayeyi anlatıyorsa o hikayenin tek taraflı anlatıldığını asla unutmamak gerekiyor.
KARŞILANMAMIŞ DUYGUSAL İHTİYAÇLARI BİLMEMEK: ”Kıskanıyorum, kimse benden daha zengin / güçlü olsun istemiyorum çünkü hak etmediklerini düşünüyorum. Dünyadaki düzen çok adaletsiz ve bu beni deli ediyor” demektense babadan kalan malı mülkü başkasının üstüne geçirip afiyetle yemek ve yine de haklı olduğuna inanabilmek çıkarlarımıza daha uygun çünkü ilk senaryoda kazanacağımız maddi bir şey yok.
YÜZLEŞMEMEK , 3. ŞAHISLAR ARACILIĞIYLA SİTEM-SUÇLAMA-KURBAN DÖNGÜSÜNE GİRMEK : Birinden hoşlanmıyorsak ” Kardeşim bizim yapımız- huyumuz-suyumuz birbirine uymuyor. Görüşmeyelim. Saygı çerçevesinde bir ilişkimiz olsun” diyemiyoruz. Tatsızlık çıkmasın maskesinin ardına saklanıp rahatsız olduğumuz davranışları yıllarca görmezden gelerek bir gün olmadık bir yerden patlıyoruz. Kulis yapıyor, arkasından konuşuyor, sen gerçekten böyle bir şey söyledin mi demek yerine varsayımlarda bulunuyoruz . Adam yerine konmamak en büyük kabusumuz.
HAYIR DİYEMEMEK / TOPLUM BASKISI: Kadınlar istemedikleri halde yıllarca aile büyüklerine, engelli bireylere bakmak, hastabakıcılık/ hemşirelik yapmak zorunda bırakılıyor. Duygusal- fiziksel- ekonomik olarak çok ağır olan bu ”yaşlı- engelli bakım işi” yıllarca sürüyor ve diğer kardeşler yükü paylaşmıyor. Kadın içten içe sürekli bileniyor ve en azından baktığı yaşlı insanın vefatından sonra mirasın / emekli maaşının/ arsanın ona kalmasını umut ediyor. Kardeşler bir araya gelip ortak bir yol bulmayı sağlayacak iletişim becerisinden ve dürüstlükten yoksun oluyor. Zaten kimse elini taşın altına koymuyor. Altta kalanın canı çıksın , kader, kısmet, sevap, cenneti garantilemek vb laflarla suçlular kendini teselli ediyor ve mağduru görmezden geliyor.
Sonunda mutlaka bir para kavgası oluyor. Alınamamış intikamlar biriktikçe birikiyor. Diyelim biri kanser oldu veya boşandı ; bu ilahi adaletin tecellisi gibi algılanıyor. ”Oh olsun” deniyor .
Elbette bu saydığım ve daha birçok şey eklenebilecek unsurlar iç içe geçmiş ve tek bir aileyi düşünürsek olayların bu raddeye gelmesi yıllar sürüyor. Sonunda da zaten ”Kim suçlu” sorusuna takılıp kalıyoruz ve asla cevap bulamıyoruz.
Neyse ki
Yrd. Doç. Dr. Emek Çaylı bu konuda bir tez yazmış ve bakın ne demiş:
Nasıl bir kesit bu?
Koca bir taşraya dönüşmüş bir ülke, taşra sıkıntısının köşeye sıkıştırdığı sıradan insanlar, ahlaki yozlaşma içinde kaybolmuş ahlakçı hayatlar, maddi kısıtlılık ve entelektüel yoksunluktan ötürü yaşadığı hayatın aslında hayat olmadığının farkında olmamakla birlikte herkesten hatta kendinden bile gizlediği ufak heyecanlar, meydan okumalar arayan büyük çaresizlikler ve hiç masum olmayan bir kurum olarak aile. Müge Anlı İle Tatlı Sert, ekran başındaki ortalama izleyiciye, yanı başında yaşanan hayatların riyakarlığını, çamura batmışlığını, bu çamurun her an herkesin bir yerlerine sıçrayabilme ihtimalini polisiye tadında anlatıyor. Katil Kim? Evin uşağı. Yani en ihtimal verilmeyen, güven telkin eden.
TÜM YORUMLAR
Yazınızı çok beğendim, nasıl abone olabiliyoruz yazdıklarınıza?
Maalesef WordPress’de bu abonelik işi sıkıntılı. Teknik kısmını pek anlayamıyorum fakat bilenlere sordum, henüz çözemedim.