Mango, 1926’da İstanbul’da doğmuş. Farsça ve Arapça eğitimi almış ve BBC’de 14 yıl boyunca Türkçe Yayınlar Bölümü’nü yönetmiş. Bütün hayatını Türkiye ve Türkler hakkında yazmaya adamış olan Mango’nun Atatürk kitabını okuduğuma çok memnunum. Kitapla ilgili ”taraflı olduğu” veya Mango’nun ajan olduğu iddiaları olsa da bu eser çok değerli. Emrah Safa Gürkan’ın Atatürk hakkında okunacak kitaplar listesinde ilk sırada olduğunu da belirteyim.
Kitap 614. sayfada bitiyor. Sonra 20 sayfalık Kim Kimdir, 8 sayfalık kronolojik olay sıralaması, 80 sayfalık NOTLAR ve 25 sayfalık kaynakça ile eksiksiz bir başvuru kitabı olmuş. Neredeyse her cümlenin sonunda alındığı kaynak belirtiliyor. Uydurma veya kurgu hissi uyandırmıyor. Gereksizce övgü veya eleştiri yapılmıyor.
Kitap 5 bölümden oluşuyor.
- bölüm: İlk Yıllar, doğumundan 1911’e
- bölüm: Uzun Savaş, 1911’den 1918’e
- bölüm: Ulusun İradesi, 1918-1922’ye
- bölüm: Cumhuriyet ve reformlar, 1922- 1926’ya
- bölüm : Rakipsiz Yönetici ,1922-1938 e kadar olan yılları konu alıyor
Benim bu kitaptan kazanımlarım şöyle:
-Henüz askeri lisedeyken Fransız Devrimi ve İnsan Hakları Bildirgesi’nden, Namık Kemal’in kitaplarından etkileniyor. Birlikte lisede okuduğu Kazım Karabekir, Refet Bele, Ali Fethi, Ali Fuat, Nuri Conker ve iki alt sınıfındaki İsmet İnönü gibi isimlerle ilişkisi hayatı boyunca sürüyor.
-1904 te Harp akademisindeki 3 yıllık eğitimini beşinci olarak bitiriyor. Enver paşa ondan 2 yıl önce mezun olmuş. Tayin emri beklerken tutuklanıp sorgulanıyor. Birkaç ay sonra Suriye’ye göreve gönderiliyor. 1905 yılında Vatan ve Hürriyet cemiyetini kuruyor ve hava değişimi bahanesiyle Selanik’e gidip cemiyete üye topluyor.
-Tekrar Suriye’ye dönmek zorunda kalınca cemiyet dağılıyor ve Osmanlı Hürriyet cemiyeti kuruluyor.
-1917’ye kadar cephelerde, terfiler alarak ilerliyor. 1919’da Samsuna çıkışı ile kendi yolunu çizmeye başlıyor ve 1938’de ölene kadar devrimler, idamlar, isyanlar gibi yepyeni bir cumhuriyetin kurulurken yaşayacağı her türden trajedi yaşanıyor.
Mango, 2014 yılında ölmüş.
Mango kitabını şu cümleyle bitirmiş:
” Atatürk yetenekli bir komutan, kurnaz bir politikacı ve son derece gerçekçi bir devlet adamıydı. hepsinden öte aydınlanma çağının bir insanıydı ve aydınlanmayı yaratanlar evliyalar değildi. ” s.602
100. yaşını geçtiğimiz yıl kutlayan cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal hakkında 12 yıllık temel eğitimde odaklanılan tek konu ”yetenekli bir komutan” olduğu. Lise yıllarımızda devlet adamı ve politikacı yönü ne kadar anlatıldı, o yaşlarda biz bunu ne kadar anladık hatırlamıyorum ama Atatürk’ün meşhur yeniçeri kostümlü balo kıyafetinin, o zamanlar Savunma Bakanı olan Enver Paşa’nın özel izniyle, İstanbul’daki askeri müzeden Sofya’ya gönderildiğini ve gerçek bir yeniçeri kostümü olduğunu okumak çok ilginç değil mi? (s.160)
Tarihin bir bütün , olayların-insanların birbirine sımsıkı bağlı olduğunu , Mustafa Kemal’in ”mavi bakışlı yalnız bir kurt” değil de bir sürü subayın / devlet adamının içinden zekası ve hırsı ile sivrilmiş ileri görüşlü bir lider olduğunu anlamak hoşuma gitti.
Berlin’e her gidişimde, Almanların bir devlet politikası olarak, 11 milyon insanı vahşice öldüren Nazi geçmişlerini büyük bir dürüstlükle sergilediklerini, olan-biteni eğip bükmediklerini , vatandaşlarına geçmişi şeffaflıkla anlatmak için neler yaptıklarını gördükçe ağzım açık kalıyor. Bizim koskoca Atatürk’ümüz hakkındaki resmi söylemse şu basitlikte:
”Atatürk yoktu, Düşman Çoktu, Atatürk geldi, Düşmanı yendi.”
Beni çok sarsan birkaç şey :
1925’de eşi Latife ile seyahatlere çıkıp ülkeyi geziyorlar. Konya’da protokol üyeleri ile bir otelin lobisinde otururken Latife habersizce geliyor ve ”Evde çay hazırlattım, seni almaya geldim Kemal” diyor. Atatürk çok sinirleniyor. (s.487)
Yine 1925’de meclisteki tartışmalara bakalım: İstanbul’u ziyaret eden Macar öğrencilerin, bir kız okulunda dans etmelerine neden izin verilmiş? Üniversitelerin özerkliği kaldırılmalıymış- dansla ilgisi var mı anlamadım-. Birçok milletvekili belinde silah taşıyor ve Kel Ali, muhalifleri susturmak için havaya ateş ediyor. Bir vekil ağır yaralanıyor. (s.488)
Şeyh Sait isyanı sonrasında hükümeti eleştiren her türlü kurum ve yayınevini kapatma kararı 22’ye karşı 122 oyla kabul ediliyor . Diyarbakır ve Ankara’da istiklal mahkemeleri kuruluyor ve başkan olarak Mustafa Kemal’in sadık yoldaşları atanıyor. Bu mahkemelerin verdiği idam kararlarında temyiz yolu kapalı. (Nasıl olur böyle bir şey? Aklım almıyor!)
Kürt- Türk meselesi o zaman da devreye giriyor ve Atatürk, yasal muhalefet partisi olan Terakkiperver Cumhuriyet Partisi’nin başkanı Kazım Karabekir’e elçi gönderip partiyi kapatmasını istiyor. Karabekir Paşa, istiyorsanız kendiniz kapatın diyor ve kapatılmayı kabul etmiyor. İstikla mahkemesi TCP’nin İstanbul merkezine baskın yapıp arama gerçekleştiriyor. Bu baskını manşet yapan Tanin gazetesi hemen kapatılıyor ve başyazarı İstiklal mahkemesinde yargılanıp Çorum’a sürgün gönderiliyor. TCP ve potansiyel tehdit olarak görülen solcu örgütlerin hepsi kapatılıyor. (s.493)
Hasan Ali Yücel’e ”Sıfırı tarif edebilir misiniz ?” diye soran Atatürk’e Yücel’in cevabı:
” Sıfır işte efendimizin solunda olan bendenizim.” (s.544 )
TCP’den belediye başkanı seçilen Samsun Belediye Başkanına TCP dağıtıldığı için istifa etmesini söylüyor, başkan kabul etmeyip toplantıdan ayrılıyor. Mustafa Kemal şehrin valisine sıkı bir azar çekiyor ve vali iki gün sonra görevden alınıyor, belediye başkanlığı seçimi de iptal ediliyor. (s.545)
Ve daha neler neler.
Alın, aldırın, okuyun, okutun arkadaşlar. Kapsamlı ve güven uyandıran bir eser.