Kırmızı Buğday, Ahmet Büke, Yorum

Ağustos 29, 2025
90
Views

Kitap Ağacı Kulübü’nün bu ayki kitabı Kırmızı Buğday’ı bir heves okuyup bitirdim.  7 eylülde yazarın da katılacağı çevrimiçi bir toplantı yapacağız . Merakla bekliyorum.

Kitap tam 494 sayfa. Zaman 1915-20’ler. Osmanlı İmparatorluğu resmen yıkılmamış. Hasta adam dönemi. Toprakları fiilen işgal altında. Köylü ve asker takımı o cepheden bu cepheye koştururken telef olmuş. Toprak sahibi ağalar servetine servet katarken zavallı halka uyguladıkları zulmün dozunu gün be gün artırıyorlar. Hikayede çok fazla olay ve insan var. 260.sayfaya kadar kurgu iyi gidiyor, heyecan-merak-hüzün dozu yerli yerinde fakat o noktadan sonra, 2 subayın birbiri ile konuşmasını/tartışmasını paragraf olmayan sayfalar boyunca okuduğumuz çok yer var ve eser monotonlaşıyor. Maalesef benim için böyle oldu ve ilk yarıyı ne kadar hevesle okuduysam ikinci yarıda o kadar zorlandım.

Kitapta hiç duymadığım o kadar çok kelime /deyiş var ki bir liste yapmaya başladım ama kısa sürede vazgeçtim.  Tek tük olsa gözüme batmazdı ama beklemediğim kadar çok olması okuma keyfimi kaçırdı. Birkaç örnek vereyim;

Bitek, yürük, kuz, müsellem, ağnam resmi (koyun vergisi demekmiş) , reaya, çiftbozan akçesi (toprağı ekip biçmeyenden alınan vergiymiş) , iltizam, burgata, köpek dolabı, ayıngacı, mezkur, seğmen…

Yine bazı deyişler, tamlamaların kullanımı vs kulağımı tırmaladı:

” Zamanı kokular yaşar” s.18

” İş köpek dolabına dönmeye başladı ” s.55

” Kayalıoğlu’nun muhkem kalbi şöyle böyle biterken” s.29 (Kalbi değil de kalesi mi olacaktı acaba?)

” Ehtiyar kün öldü, bala kün doğamadı”s.95 (Faşizm karşıtı Antonio Gramsci’nin bir cümlesine atfen yazılmış diyor internette birileri. )

Deli İbram Divanı’na nasıl da hayran olmuştum? Şükran hanım da pek güzel yazmış. 

Elbette Ahmet Büke, büyük bir yazar. Karakterlerini iliğine kemiğine kadar tanıyor, bütün detaylarıyla, sanki birlikte doğmuş büyümüşler gibi anlatıyor. Coğrafyayı, dağları, inşaat işlerini nasıl bu kadar iyi biliyor olabilir? Alttaki paragrafta İzmir’in gecekondu mahallelerinden birinden bahsediyor:

” Zira mezkur mahallelerde deniz yoluyla gece vakti İzmir’e gelenlerin gördüğü havagazıyla ışıl ışıl aydınlatılmış Kordonboyu ve Kramer, Klonaridis, Kafe Korso gibi gazinoların, sinemaların ve tiyatroların sıralandığı o şehirli ruhtan eser yoktu. Buralarda, geceleri 5 numaralı gaz lambasının kısık feri belli belirsiz taşar ve evlerin gariban odaları petrol kokusuyla dolardı. ” S.240

Sadece gaz lambası da diyebilecekken ”5 numaralı gaz lambası ” demiş olması sizi de hayran bırakmıyor mu?

Ağanın oğlu için yaptırılan eyerin detaylarına bakalım:

Kınalı dağ keçisinin kılları??!

 

Eser dört bölüme ayrılmış:

Buğdaylar yattığında, sen ki âsâra gömülsen, eski dünya ölürken ve canavarlar zamanı.

”Buğdaylar yattığında” başlı başına bir roman olabilecek kıvamda ve bence kitabın en iyi bölümü. Akhisar topraklarının paylaşılması için verilen savaş, el atından işlenen cinayetler,  din adamları- idareciler-tüccarların açgözlülükleri, paraya ve güce duydukları iştah o kadar derinlikli anlatılmış ki…

”Reaya bin uyur bir uyanırdı. Davrandığındaysa zincirlerinden boşalan öfkesine kendisi bile şaşardı. Saati vurmuş, cevizin özü kendi kabuğunu kırmıştı. Şimdi neyin kendine yarar, neyin zarar olduğunu bilmeden sel gibi kabararak bendini yıkıyordu. ” s.92

” Devlet de devletsizlik de alışık oldukları şeylerdi insanların ancak iki eşkıya arasında kaldıklarında tabii olarak daha sertine, eli daha uzun olanına, kurtulması mümkün olmayanına yavaştan yanaşmak daha akıllıcaydı.” s.54

‘Boz yer ile gök atlasın arasında her anı kızıl kavgayla dolu cihan idi işte burası. Varlık içinde doğmamış her insan gibi feleğin şaşmaz kaidelerinin arasından kulaç atıp duruyordu. Etiyle kemiğiyle istediği hayat hemen önünde beliriyor, ona doğru hamle yaptıkça nazlı bir kumru gibi havalanıp bu defa daha yakına yine de uzanıp alamayacağı açıklığa konup boynunu bükerek gözlerinin içine bakıyordu. ” s.66

”Ne olursa olsun içinde bir yaşamak kuşu ötüyordu onun da. ”s.112

Hayatı Anlamlı Kılmak ve Yaşama Sevinci – Berk Anadolu Lisesi

 

İkinci bölüm Çanakkale savaşından bir kesit. Off…Savaş kadar korkunç bir şey var mı?

” Yabancı milletten bir zabit onları izlese bu sakin ve toprağın uzvu gibi kımıltısız duran başların ne işe yarayacağını kendine sorardı ama sadece aynı toprakta boy atanların hissedebileceği o cevher içlerinde harekete geçtiğinde durmazlar, durdurulamazlardı. Ne olduklarını, kim olduklarını bilmedikleri için yapabildiklerine de şaşırmazlardı. ” s.180 

Bu bölümde baş kahramanımız Arap Ali ve Yüzbaşı Cemil Bey’i iyice tanıyoruz ve çok seviyoruz. İkisi de adil ve zeki insanlar. Hele Arap Ali’nin tütün sevdası!

” Komutanım biz Arapoğulları’ndanız; bizim tütünümüz olmaz, dedim.”

” Öyle dedin he komutana”

” Evet dedim. Baktı yüzüme. Gözleri doldu adamın. Tabakasından bir dal çıkardı. Evlat dedi. Halaskarımız hazreti peygamber de fakirdendi. Başın eğilmesin! Yiğidin yarasına tütün yetmez ama şunu bas, dedi. ”

” Tümen komutanı öyle mi dedi?”

” Yemin kasem olsun böyle konuştu.”

” Peki sen ne dedin ? ”

” Ciğarayı hemen yanımda daha da tüten şarapnele değdirdim, ucundan yaktım. Şöyle kuvvetli bir nefes çektim. Komutanım komutanım, dedim. ”

” Yarbaya dedin he?”

” He dedim. Komutanım dedim, ciğarayı bulmuşuz; biz de yaraya tütün basacak göz var mı? Sen geçecen onu bir kalem diye üfürtü üfürtüverdim dumanı denize doğru. ”

”Ulan  Arap Ali, piyadesin ya, iyi atıcısın tabii! ” s.224

 

Eski Dünya Ölürken başlıklı üçüncü bölüm savaşın arka planında dönen para hesaplarını, karaborsacılığı, açlığı ve kuvayi milliyenin oluşumunu anlatıyor.  Maalesef okurken dikkatimim kolayca dağıldığı uzun uzun paragraflarla dolu.

 

Savaş sonrası evlerine dönebilen askerlerin çektiği sıkıntılar, Arap Ali’nin  beyle mücadelesi , yoksulluk ve sonunda dağlara kaçış da bu bölümün içinde.

Son bölüm olan Canavarlar Zamanı’nda hikaye kuvayi milliye içindeki tartışmalar ve tüccar tayfasının çıkarları için İngilizle / Yunanla  pazarlıkları ve çete savaşı yapan Arap Ali ve tayfasının kahramanlıkları ve nihayet aşık olması etrafında dönüyor.  Finalde ne olduğunu tam olarak anlayamadım 🙂

Hayıt buymuş.

 

Ne diyor Arap Ali’nin sevgilisi Maya:

” Ama neden döneriz biliyor musun? Yaşamak için! Ölüm hak, yaşamak helaldir. Seni gördüğüm günden beri dilinde hep ölüm, benzinde hep sarılık var. Bu yanlış. Öleceksek de yaşamak için ölürüz. Bizi gömdükleri mezardan anamızın karnından kendi kollarımızla doğup gelmişiz. Yşamayı hak etmişiz! Ben sana ölmeyi yasaklıyorum Arap Ali! O en son işimiz. Daha dolu dolu, şu hayıtlar gibi açmak, tohuma dönmek var sırada.” s.472

Okuyun, okutun. Ahmet Büke son yılların en güçlü kalemlerinden biri. Seviyorum.

Kategori:
Günlük · Kitap Yorumu

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir