”Bilirsiniz işte, çocuklar öyledir, kimi zaman öpe koklaya severler, kimi zaman seni baştan yaratmaya uğraşırlar; sanki sen kötü yetiştirilmişsindir, dünyada nasıl durman gerektiğini, dinlemen gereken müzikleri, okuman gereken kitapları, kullanman gereken sözleri, artık çağdışı olduğu ve kimse kullanmadığı için kulllanmaman gereken kelimeleri bilmiyorsundur ve onlar seni en baştan oluşturarak bunları öğretmeleri gerektiğini düşünürler. ” s.112
Napoli Romanları geçtiğimiz aylar içinde okuyup da ağzımı açık bırakan nefis bir dörtlemeydi. Ferrante, bu yazma işini iyi biliyor. Öyle bir başyapıttan sonra ne yazsa onun gölgesinde kalır diye düşünmüştüm ama…Karanlık Kız da gönlümü fethetti.
Eli yüzü düzgün, evli çocuk sahibi erkeklerin gencecik kadınları katlettiği şu acınası dünyamızda bir kadının ”Ben ne istiyorum?” diye sorabilmesi ne büyük lüks..Gel de anlat şimdi bunu. Binlerce yıllık küflü kafalara, ruhlara anlat, kadınların da ”anne ve eş dışında bir şey” olmak isteyebileceğini ..
İşte Ferrante, 130 sayfalık romanda bunu yapmış. İki kızını büyütüp üniversiteye göndermiş 48 yaşındaki öğretim görevlisi Leda’nın yaz tatili için deniz kenarına gidişi ile açılıyor hikaye.
Leda pek keyifli. Hafiflemiş. 25 yıl sonra nihayet sadece kendisi için yaşıyor.
”Yıllar boyunca her tatilim iki kızımın etrafında dönmüştü ve büyüyüp arkadaşlarıyla şuraya buraya gittiklerinde de oturup onları beklemiştim. Sadece her türlü felaketin değil onların sinirsel kırılganlıklarının, yolculuk arkadaşlarıyla yaşayabilecekleri olası gerginliklerin, kolayca karşılık bulan ya da hiç bulamayan sevdaların yarattığı duygusal dramların endişesini de taşırdım. Ani yardım çağrılarını karşılamaya hazır olmak isterdim, beni aslında olduğum gibi , yani dalgın, umursamaz ya da bencil olmakla suçlamalarından korkardım. ” s.12
Birkaç gün sonra Leda, kumsalda birlikte oynayan genç bir anne ile 3-4 yaşlarındaki kızını fark ediyor ve bu fark edişle beraber yıllardır içinden geçip gittiği ve ardında bıraktığını sandığı bütün annelik/ kadınlık tarihi ile yüzleşmeye başlıyor.
25 yaşına geldiğinde iki küçük kızı olan Leda için çocuklarının ilk yılları oldukça zor geçmiştir. Kocası hep iş gezisindedir, çocuklarla yalnızdır. Kariyerini bir köşeye atmıştır, tek bir sayfa okuyamamakta, biri uyurken diğeri uyanan, sürekli bir şeyler talep eden kızlarla sersemlemiş bir halde günlerini geçirmektedir.
Yıllar geçer, kızlar ergen olur, yetişkin olur. Bu uzun yıllar boyunca Leda duygudan duyguya savrulur.
Henüz çocuklarım küçükler ve ikisi de erkek ama Ferrante öyle bir gerçeklikle anlatıyor ki kahramanın her duygusu bana çok tanıdık geldi. Belki kendi annemle olanlardan sebeptir; az sayfalı sayılabilecek bu roman çok hoşuma gitti, bir çırpıda okudum. Sadece kahramana empati yapmaktan değil merak unsuru da vardı. Bir gece arabalarına aldıkları bir çift, kaybolan oyuncak bebek, mesleğine geri dönmek için yaptıkları gibi..Tıpkı Bağlar’da olduğu gibi Ferrante ters köşe yapmayı biliyor. Bence Bağlar’ı da o yazdı , tarz olarak çok benziyorlar.
”Kızlarımın ilk yetişkin oldukları günlerden bu yana onları yaşıtlarıyla, en yakın arkadaşlarıyla, güzel ve başarılı kabul edilen kızlarla karşılaştırmak gibi bir takıntı edinmiştim. Bütün ötekileri , iki kızımın rakibi saymak gibi karmaşık bir duygum vardı. Sanki onlar, özgüven, çapkınlık, şirinlik, zeka ışığıyla parlasalar benim kızlarımdan ve bilinmeyen bir şekilde benden benden bir şeyler çalacaklardı. ” s.59
”Onlar en az elli yaşlarına varmadan insanın kendini çocuklarına ifade edebileceğini düşünmek ne büyük aptallık. Onlar tarafından bir işlev değil bir insan olarak görülebilmeyi beklemek.” s.84
Artık ”Kadınlık üzerine yazmak” deyince Ferrante benim için özel bir isim. Okunmayı fazlasıyla hak ediyor.