Blogger’da yazarken sayfanın sol tarafında izleme listesi bulunurdu. Her gün oraya mutlaka tıklar, takip ettiğim ve artık kendimi baya baya tanıdık hissettiğim blogcular ne yazmış günü gününe haberdar olurdum.
WordPress’e geçince bu alışkanlığım kayboldu. Ara ara aklıma gelse de günün hayhuyu içinde unutup gidiyorum. Az önce bir bakayım dedim, Joe‘nun ve Hayal Kahvem‘in bir sürü yazısını okudum. Hayal Kahvem, akademisyenlerin takibindeyim başlıklı yazılar yazıyor , çok hoşuma gidiyorlar.
Bugün Prof. Dr. Solmaz Zelyüt’den bahsettiği yazıyı gördüm ve bingo! Hayal düğmesine basıverdi zihnimdeki hayalperest. Kadının adı da şu bağlamda geçiyor: Didem Madak’la ilgili bir sempozyumdaki sunumları kitaplaştıran kişi kendisi.
Solmaz Zelyüt, Ege Üniversitesi KADIN ÇALIŞMALARI ENSTİTÜSÜ ‘nde başkanmış , güncel durum değişmiş sanırım, adını göremedim ve hop doğruca KADIN ÇALIŞMALARI ENSTİTÜSÜ yazıyorum google’a. Sayfada dolaşıyorum, yapılmış tezlere bakıyorum:
LATİFE CANAN KAPLAN | 2012 | Şeytanı Baştan Çıkarmak: Erica Jong ve Duygu Asena romanlarında arzu, toplum, bellek kıskacında kadın ve cinsellik |
İSMAİL ALACAOĞLU | 2013 | Eşcinsel edebiyatta erkeklik kurguları |
DİDEM ŞENEL | 2014 | Namus olgusu ve kadın üzerindeki psikolojik etkileri |
MELİKE KAYGAN | 2016 | Masalın yeni dili: Pınar Selek’in seçilmiş üç masalı |
FIRAT GÜL | 2017 | Spinoza’da feminist politikanın imkanına dair bir soruşturma |
LALE BARÇIN AKA | 2015 | Yüzyıl kavşağında iki yazarda kadının özgürlük arayışı:Kate Chopin ve Halide Edib Adıvar |
SELÇUK TATAR | 2015 | Feminist distopyalarda mekân ve zaman |
HAVVA ÖZNUR MARTI | 2014 | Kadına yönelik şiddet konusunda son 10 yılda yapılmış olan tezlerin tematik açıdan değerlendirilmesi |
BARAN BARIŞ | 2017 | Leylâ Erbil ve Pınar Kür’ün eserlerinde ataerkinin ifşası: Feminist psikanalitik bir okuma |
SEZEN DEMİRHAN | 2018 | Cinsiyetlendirilmiş bir meslek olarak kabin memurluğu: Disipline edilmiş bedenler ve duygusal emek |
SIRRI CEM | 2018 | Türk sinemasında göç temalı filmler ve kadın olgusu |
GÜLHAN AYAZ | 2019 | Kadın sığınma evinde sosyoekonomik bir inceleme |
Edebiyat var, sinema var, kadınlık / erkeklik var, istatistiki araştırmalar var. Hepsi bana göre sanki, keşke ben de böyle bir enstitüde çalışsaydım. Okumak, yazmak, okuduklarımı süzmek, sonuçlara ulaşmak, araştırmalar yapmak benim işim olsaydı diyorum. Gençlerle çevrili olsaydım, azıcık da olsa farklı bakmayı, farklı düşünmeyi gösterebilseydim onlara. Çalışmalarımı kitaplaştırsaydım, konuştuğum konuda kendimi otorite gibi hissedebilseydim. Şu hayatta içine yerleşebildiğim, olmaktan mutlu olduğum, tam da olmam gereken yerdeyim dediğim bir odam olsaydı . De bana sevgili günlük, çok mu şey istiyorum??
Lise sonda veya mezun olmuş gençlerle her konuşmamda içim yanarak fark ediyorum, kültürümüz gençlerini ve gençliği sevmiyor. Sistemimiz genç beyinleri 10 yaşında tüketip 18 yaşında gömüyor. Anlamsız bir bilgi yüklemesi ve korkunç bir eleme sistemi ile çok çok parlak olan birkaçı hariç neredeyse her çocuğumuz içindeki tertemiz ve coşkun enerjiyi nereye akıtacağını bilmeden yavaş yavaş sönüyor, dört duvar, dört teker ve seyretme eylemine dayalı bir yaşamın hayalinden başka tek bir hayal bile kuramıyor.
Yüksek lisans / doktora ilanlarına bakmaya çalışıyorum ama her zaman olduğu gibi gerçekten gerekli olduğunda Google bir işe yaramıyor – tıpkı gerçekten lazım olduğunda aradığın kişinin telefonu açmaması gibi- Dişe dokunur hiçbir şey bulamıyorum. 2018 gibi önceki yıllara ait başvuru ilanları çıkıyor, güncel tek bir bilgi yok. 2018^de ALES’e sırf bu nedenle girmiştim ben, akademisyenlik için bir yol olur umuduyla.
Sonra ülkenin hali düşüyor aklıma, adam sendecilik, ben yaptım olduculuk, açlık- yoksulluk, kimileri havadan kaptıkları ünvanla beş-altı bin maaşla çalışıp hiçbir iş yapmazken, doktoralar yapmış, tezler yazmış, saçı-sakalı üniversite koridorlarında ağartmış onca küskün ve işsiz yaşıtlarım düşüyor; uyanıyorum. Evet, burası Danimarka değil kadın, İsveç değil, Almanya değil.. Kendine gel diyorum, çayımı alıp yanında minik çikolatalar yiyerek anlık hazlara sığınıyorum.
Benim gibi sürüden ayrılmışların tek tesellisi yalnız olmadığımızı bilmek ve ne olursa olsun umut etmek. Elde olan pek çok şeye sarılmak, oksijenimizi kendi kendimize üretmekten yorulduğumuzda bir şarkıya bir şiire sığınmak..İşte bu da şarkısı: