”O çok istediğiniz şey midir gerçekten istediğiniz?” sorusunu sorduran değişik bir kitap bu. Yazarı öyle üç-beş haftalık kurslarla kendini TERAPİST ilan eden hadsizlerden değil. 1985 yılında ODTÜ psikolojiyi bitiren yazar çeyrek asrı aşan bir süredir danışanlarla çalışıyor ve psikodrama alanına yoğunlaşmış. Büyü Dükkanı bir psikodrama tekniğinin adıymış.
Dükkanın sahibi yaşlı adama başvurarak ondan bir şey -gençlik, bağlılık, cinsiyet değiştirme, aklınıza ne gelirse- isteyen müşterileri sıkı bir pazarlık bekliyor. Yaşlı adam misafirine son derece derin sorularla bu şeyi neden arzuladığını anlattırırken ortaya bambaşka hikayeler ve istekler çıkıyor.
İlk kitap aşağıdaki görseldeki Büyü Dükkanı. Daha somut, basit istekleri var müşterilerin. Mesela Gözyaşı isimli bölümde (s.43) genç bir kız gelerek büyük bir aşk istiyor. Beni sevecek değerimi bilecek biri olsun, mutlu bir yuva kurayım diyor. Ne kadar makul ve masum bir istek değil mi? Satıcı kızdan tutkularını ve coşkusunu istiyor. Aşık olduğunda ayaklarını yerden kesen duygularını; kız önce verebileceğini düşünse de aşksız tutkusuz yapamayacağını; acılardan ve hayal kırıklığından geçici süre de olsa kurtulmak istediğini fark edip alışverişten vazgeçiyor.
İki kitapta yer alan on dört bölümün -yanılıyor olabilirim- her birinde müşteri dükkandan isteğini almadan ama çok önemli bir şey öğrenmiş olarak çıkıyor. Şöhret isteyen 15 yaşındaki müzisyene o güne kadar gitara ayırdığı zamanın beş katını ayırdıktan sonra tekrar gelmesini söylüyor ve çocuk şöhret için hazır olmadığını anlıyor mesela.
Kitap bittiğinden beri içimde sorular dönüp duruyor. Eee noldu şimdi demek istiyorum yazara. Büyü dükkanına gidebilseydim ne isterdim diye düşünüyorum. Bedel olarak ne önerirdim? Zihnimden bazı düşünceler geçiyor, uçuşuyor. Doğanın içinde azıcık ekmek-peynirle yaşayabilen tek başına bir ihtiyar olmadığımız sürece arzularımız ve korkularımız arasında salınıp duracak mıyız ? İsteklerimiz bu kadar manasız ve yok etmek istediğimiz şeyler bu kadar değerli / yol gösterici ise neden bu kadar mutsuzuz? Hiç varamayacağımız tonla hedefimiz var, şu şöyle olsa bu böyle olsa demekten, hayal etmekten, umut etmekten vazgeçemiyoruz; kaç hikaye okumuş olursak olalım.
Her şey boşuna mı ? İnsanlar kıvıl kıvıl solucanlar gibi olduğu yerde kıvranıp duran acınası yaratıklar mı? Bu Yeşim Türköz’le tanışmak isterdim doğrusu. Hiç ısınamadığım psikodrama deneyimini yaşamak, ”Noldu şimdi noldu? ” diye sormak isterdim. O da bana şöyle derdi herhalde:
”Aklından zorun mu var? Buraya kendin gelmedin mi?”
”İnsan olması gereken kişi olmadığını hissedince utanç duyuyor, o kişi olduğunu sandığında ise kibirleniyor.” s.95
”Savaş ateşinin tek hayali zafer meşalesinin alevine dönüşmektir. Zafer meşalesi ise ancak yakılıp yıkılmış savaş alanını aydınlatır. Ne yazık ki savaşlardan sonra görüp görebileceğiniz tek şey budur.” s.37
Rastlarsanız bir göz atın, biraz da siz huzursuz olun 🙂
TÜM YORUMLAR
Kitabın kapağını görünce romantik bir günlük yorumu okuyacağımı düşünmüştüm ama yanıldım. Yazarın adını da daha önce hiç duymamıştım. Etkilendim
Kapağı beğenmedim, acemi olmuş; haklısın Abdullah. Şaşırtıcı bir okuma olacağına garanti verebilirim.
Satıcı kızdan neden tutkularını istiyor?orayı anlayamadımKız farketmeden tek taraflı bir şey mi istiyor ya da evliliğin böyle bir şeye mi dönüşeceğini kastediyor?
Merhaba Gül, ben şöyle anladım; kızın aşık olabilmesini ya da aşk istemesini sağlayan şey içindeki coşku, yaşama duyduğu heves. Bunlar olmayınca aşık da olunamıyor, o yüzden sanki bu alışveriş.