Havaların buz gibi olduğu güzelim kış günlerinde okunabilecek romanlarla geldim bugün.
Kış Ortasında, ismini Kafka’nın meşhur bir cümlesinden alıyor.
” Kış ortasında, sonunda anladım ki içimde yenilmez bir yaz varmış”
Ne güzel bir cümle değil mi? İlk okuduğumda öylece kalakaldım. Sahiden de bu cümle üzerine bir roman yazılabilir gibi gelmiyor mu size de?
Şilili Lucia, Amerikalı Richard ve Guatemalalı Evelyn’in yolları dondurucu bir kış günü kesişir. İşin içinde bir ceset vardır ve birbirinden aşırı derecede farklı Lucia ve Richard, çocukları gibi gördükleri Eveleyn’le baraber bir karar alırlar ve tehlikeli bir yolculuğa çıkarlar.
Richard, donuk ve ruhsuz bir adamdır. Dört kedisi ile yaşamaktadır, oturdukları binanın sahibidir. Lucia onun kiracısıdır demek oluyor bu. Kaloriferlerin yakılmasına izin vermemektedir, şaşmaz rutinleri olan sıkıcı bir adamdır, vejetaryendir.
Lucia, 60’lı yaşlarda olmasına rağmen içi kıpır kıpırdır. Richard’la aralarında bir ilişki olabileceğini ümit etmiştir ama adamda tık yoktur. Bodrum katta, köpeği ile yaşar, kızı Daniela ile uzun telefon konuşmaları yapar. Amerika’ya 20 yıllık evliliğini bitirip gelmiştir. Meme kanseri ile mücadele etmiş ve annesini kaybetmiştir.
Evelyn ise en gençleridir. Annesi, o çok küçükken çalışmak için Amerika’ya göçmüş, kızcağızı büyükannesi büyütmüştür. Ülkesinin kargaşa dolu ortamında başlarına bir sürü kötü şey geldikten sonra zorlu bir yolculukla kaçmış ve annesini bulmuştur.
Bu üç insan yaşadıklarının ardından birbirlerine bağlanır ve hayatları bambaşka bir şekle evrilir.
Oksijen Gazete’nin pek sevdiğim Bibliyoterapi köşesinde adını görerek merak ettiğim Kış Ortasında merakla okuduğum, ”roman gibi roman” dedirten türden bir kitap. Okuma keyfi veriyor. Tavsiye ediyorum dostlar.
Bağlar romanı ile kalbimizi çalmış olan Domenico üstadımızın yeni romanı Şaka’ya gelince.. Onu da sevdim. (Bence Elena Ferrante ile Domenico Starnone aynı kişiler bu arada.)
Bağlar’da orta yaşa yeni girmiş, küçük çocuklu bir baba vardı. Şaka’da bir dede başrolde. Dört yaşındaki torununun anne ve babası bir konferansa gidecekler. Zaten gündüz gelen bir yardımcı kadın var ve dededen çocuğa göz kulak olmasını ve dört gece kalmasını rica ediyorlar. Zor değil gibi.
Dede ünlü bir çizerdir ama artık yaşlanmış ve modası geçmeye başlamıştır. Yine de kuyruğu dik tutar, sahadan çekilmeye yanaşmaz. Torun Mario ise çok bilmiş, çok hareketli ve çok yorucudur.
Bu ikilinin birlikte geçirdiği dört gün boyunca yaşlı adam geçmişine başka bir açıdan bakacak, kendiyle ilgili fark ettiği şeylere çok şaşıracaktır.
” O evde , o semtte geçirdiğim hayatın her bir anının babamın kumar oynayan parmaklarının izini taşıdığını hatırladım. Ondan, bütün atalarımdan, çürük kentten ayrılmak ve farklı olduğumu göstermek için tüm gücümle mücadele etmiştim. Bu gücü, olağanüstü olduğumu varsaydığım için bulmuştum. İşte şimdi damarlarında kim bilir hangi adamcıklar olan bu çocuk aniden, gözlerimin önünde , sadece beni taklit etmek adına benim hiç beklemediğim bir resim çizmişti. Bunu sırf oyun olsun diye kendi içinden, bedeninin derinliklerinden çekip çıkarmıştı ve böylelikle ta küçüklüğümden beri bana ait olarak gördüğüm o gücün aynısını kendi içinde taşıdığını gözlerimin önüne sermişti. Mario’nun resmi benim kendimle ilgili düşüncemi bedenimden söküp atmıştı. ” s.109
Tüm ömrümüzü, bizi sanki genel geçer bir takım gerçeklere götürecekmişçesine bir şeyleri ve kendimizi ölçüp biçmekle geçirdiğimizi düşündüm. Yaşlandığımızdaysa bütün bunların sadece birer kanı olduğunu, her birinin yerini an be an başka kanıların alabileceğini, her defasında bize daha rahatlatıcı gelen kanıyı seçmenin aslen önemli olan olduğunu fark ediyorduk.” s.131
Bu iki kitaba da haksızlık ettiğimi, fazlaca hızlı okuyup tatlarını çıkartamadığımı düşünüyorum. Özellikle Şaka’yı birkaç kez daha elime alacağımdan eminim.
Hepimize mutlu kışlar, mutlu okumalar 🙂